Aras Hopikoğlu
7 Nisan 2018 Cumartesi
Arakadaşlar dizi,sinema (set,reji,kamera asistanı,sesçi,makyaj,sanat ekibi ),reklam,yerel ve ulusal kanallar(kameraman,reji) halkla iliskiler gibi iletisim bölümü mezunlarına ortak bir whatsapp medya iş platformu açtık herkes elinden geldiğince is paylaşmakta katılmak istiyenler bu numaradan iletisime gecebilir 05050080509
19 Mart 2018 Pazartesi
21 Şubat 2018 Çarşamba
- --- spoiler ---
35 yıl önce cudi dağlarında bir grup eşkıya jandarma tarafından yakalanır. 35 yıl içinde eşkıyaların hepsi ya hastalıktan ya da hesaplaşmalardan ötürü can vermiştir. biri dışında; baran (şener şen). baran'ın uzun mahkumiyetinin ardından viranşehir cezaevi'nden çıkmasıyla başlayan film doğduğu toprakların artık baraj suları altında olduğunu öğrenmesiyle devam eder. köyde karşılaştığı ceren ana (zübeyde erden) ona, 35 yıllık yokluğunda yaşananları anlatır. geçimişindekilerin peşine düşmeye niyetli olan baran ceren ana'nın tavsiyelerine rağmen yola düşer. kendisini jandarmaya ihbar ederek yakalanmasına neden olan mustafa'dan (kemal inci) yıllardır bilmediği bir gerçeği öğrenir. hapse düşmesine en yakın arkadaşı berfo'nun (kamran usluer) ihaneti neden olmuştur. berfo eşkıya'nın altınlarına el koyarak eşkıya’nın çocukluk aşkı keje'yi de (sermin hürmeriç) babasından satın alıp istanbul'a kaçmıştır. vicdan azabı çeken mustafa kendini baran'ın infazına hazırlamıştır, ama eşkıya çoktan keje'nin peşine düşmüştür.
trenle istanbul'a doğru yola çıkan eşkıya yolda, beyoğlu'nun arka sokaklarında büyümüş, pavyon, kumarhane, uyuşturucu muhabbetinin içinde yaşayan genç bir adamla, cumali'yle (uğur yücel) karşılaşır. cumali, babasının kendisini aldatan üvey annesini öldürüp hapse girmesiyle yanına yerleştirildiği halasının evindeki cinsel tacizle geçen çocukluğunun acısını sert adamlığa soyunarak kapatmaya çalışan bir kaybedendir. yılmaz güney hayranı olan babasının esinlenmesiyle ince cumali filminden adını alan ve bir uyuşturucu kuryesi olan cumali, haydarpaşa garı'nda kendisini bekleyen sivil polisleri farkedince “emanetle” yakalanmamak için eşkıya'nın çantasıyla kendisininkini değiştirir ve ondan çantasını patronu demircan'ın (melih çardak), tarlabaşı'ndaki oto tamirhanesine getirmesini ister. polislerin aramasından kurtulan cumaliyi bu sefer demircan'ın sorgusu beklemektedir. polisin elinden kurtulan cumalinin muhbir olduğundan kuşkulanan demircan onu konuşturmaya çalışır. bu arada elinde çantayla tamirhanenin kapısında beliren eşkıya cumaliyi kurtarır.
ne istanbul'u ne de keje'nin adresini bilen eşkıya'nın çaresiz halini gören cumali ona tarlabaşı’nda kendi yaşadığı otelde bir oda bulur. birbirlerinin hikayelerini öğrenmeye başlayan, ömrünün yarısından fazlasını hapishanede geçirmiş eşkıya ile ailesiz büyümüş cumali arasında yavaş yavaş bir baba-oğul ilişkisi başlarken, cumali keje'yi ararken eşkıya'ya yardım etmeye karar verir.
hapishanede, sevgilisi emel'in (yeşim salkım) abisi olarak tanıttığı sedat'ı (özkan uğur) ziyaret eden cumali onun hapishaneden kurtulabilmesi için ihtiyacı olan rüşveti bulmaya karar verir. sedat için gereken parayı bulmak isteyen ve mesleğinde “kariyer” yapmak isteyen cumali mahalledeki ekibiyle birlikte demircan'dan daha zorlu işler isteyerek torbacılığa başlar.
bu arada istanbul'a dolaşmakta olan eşkıya şehrin büyüklüğüne kapılır. aynı gece otelin diğer devamlı konuklarından sinema emektarı artist kemal (kayhan yıldızoğlu) ve beyaz rus göçmeni andrey mişkin (necdet mahfi ayral) ile televizyon seyrederken mahmut şahoğlu'nu (berfo) tanır.
ertesi gün cumali'yle beraber artık ülkenin en zengin (ve şaibeli) işadamlarından biri olmuş olan berfo'nun malikanesinin önüne gelen eşkıya, berfo tarafından tanınarak gözaltına alınırlar. serbest kalmalarının ardından eşkıya, berfo’nun evine getirilir. berfo, ihanetini ve 35 yıllık hikayeyi anlattıktan sonra eşkıya'dan 35 yıldır konuşmayan keje'yi konuşturmasını ister. karşısında eşkıya'yı gören keje de uzun sessizliğini bozar. eşkıya onu alma sözü vererek keje’nin yanından ayrılır.
cumali, emel'in abisi olarak tanıttığı sedat'la kaçtığını öğrendiği gün ayrıca kendisinden mal çaldığından şüphelenen demircan tarafından da uyarılır. emel ile sedat'ı kaldıkları otel odasında basan cumali, eşkıya'nın telkinine rağmen öfkesine kurban olup ikisini de öldürür. eşkıya ile kaçmaya başlayan cumali sakladığı parasını almak için gittiği otelin önünde bir polis tarafından vurulur ama kaçmayı başarırlar. ertesi gün evine sığınmak için geldiği halası tarafından reddedilen cumali babasının hapse düşmesinden sonra halasının yanına yerleştirildiği günlerde yaşadığı pedofilik hatıraları anlatarak tepki gösterir.
cumali'nin kendisinden mal çaldığını anlayan ve parasını isteyen demircan onu ve arkadaşlarını tamirhanesinde "misafir etmeye" başlar. demircan'a olan borca kefil olan eşkıya, keje'ye karşılık olarak cumali'yi kurtaracak olan parayı çek olarak berfo'dan alır. cumali, serbest kaldıktan sonra döndüğü mahallesinde aldığı çek karşılıksız çıkan demircan'ın adamları tarafından vurulur. ağır yaralı olarak sığındığı otelin terasında ölümü bekleyen cumali, eşkıya’nın yanında ölüme gider.
oğlu gibi gördüğü cumali'nin ölümünden sonra sırasıyla önce berfo'yu ardından demircan'ı ve son olarak aynı otelde çalışan emektar hayat kadını sevim abla'nın (güven hokna) satıcısını öldüren eşkıya, beyoğlu’nun çatılarında gizlenmeye başlar. nihayet bir evin çatısında polis tarafından kuşatılır. polisle girdiği çatışma sırasında, ceren ana'nın onu koruması için verdiği muskanın kaybolmasını bir ölüm işareti olarak algılayan eşkıya patlayan silah seslerinin havai fişek seslerine karıştığı ortamda çatıdan atlayarak yaşamına son verir.
--- spoiler ---
11 Şubat 2018 Pazar
SEVDALAR
Sen yağmurlar ve karlar kadar güzelsin
yüreğimin sesi
Mutluluktan haber getiren
beni unutma
ah saklı gülüm
Kimseler görüp duymasın diye
sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
sen efkarım kadar güzelsin
ve güzel kal
Sana dünyada sevdamızdan arda kalan
Öyle güzel bir pencere açıcamki
Yer yüzündeki bütün sevdalılar
Gölgesinde yeşericek
Bahar dalları gibi
Ve oyle bir ömrümü
Sericemki yoluna
Toz zereciğinde bile
Leylayla mecnunun
Sevdası olsun
Sen yağmurlar ve karlar kadar güzelsin
yüreğimin sesi
Mutluluktan haber getiren
beni unutma
ah saklı gülüm
Kimseler görüp duymasın diye
sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
sen efkarım kadar güzelsin
ve güzel kal
Sana dünyada sevdamızdan arda kalan
Öyle güzel bir pencere açıcamki
Yer yüzündeki bütün sevdalılar
Gölgesinde yeşericek
Bahar dalları gibi
Ve oyle bir ömrümü
Sericemki yoluna
Toz zereciğinde bile
Leylayla mecnunun
Sevdası olsun
| ||||||
Kanije müdafaası kahramanı Tiryaki Hasan Paşa, bereketli ömründe kazandığı zaferlerle, idare ettiği savaşlarda gösterdiği orijinal harp taktikleri ve ordusunu sevk ve idare edişiyle dünya askerlik tarihinin en şanlı kumandanları arasında yer alan büyüğümüzdür. Hayatını "İ'la-yı kelimetullah"a adamış olan Hasan Paşa, bu mukaddes ideal uğruna katıldığı mücadelelerden her zaman galib ayrılmıştır. Düşman kuvvetleriyle mücadelede, maddî kuvvetten ziyade manevî kuvvetin ehemmiyetini ve inanç yönünden kuvvetli kişilerin koca ordulara karşı çıkıp onları perişan edebileceklerini bizzat göstermiş ve bu hakikati gelecek nesillerin nazarlarına sunmuştur. Yaklaşık olarak 1521 yıllarında dünyaya gelen Hasan Paşa, genç yaşta Enderun'a girmiş ve saray okulunda iken kabiliyeti ve zekası ile dikkati çekmiştir. Enderun'daki tahsilini ikmal eden Hasan Paşa 1574'ten itibaren bir müddet sarayda Sultan III. Murad'ın yanında hizmet vermiştir. Ardından Macaristan'da bir hudut sancağı olan Zigetvar'da yirmi sene beylik yapmıştır. Harikulade cesareti, mertliği, kahramanlığı ve dindarlığı ile tanınmış ve devrin idarecilerince her zaman takdirle hatırlanmıştır. 1594'te Bosna Beylerbeyi olan Hasan Paşa buradan da kendi arzusu üzerine Kanije Kalesi komutanlığına getirilmiştir. Bu vazifede iken, kale, büyük düşman kuvvetlerince kuşatılmış ve bu muhasara esnasında gösterdiği kahramanlıkla tarihimize şan vermiştir. Hasan Paşa'yı yakından tanımak için Kanije kuşatmasına ve bu kuşatma esnasında yapılan müdafaaya göz atmak lazımdır. Kanije müdafaası Müstakbel Almanya imparatoru Arşidük Ferdinand yüz bin kişilik ordusuyla Kanije önlerine gelmiştir. Ordusunda Almanlardan başka İtalyan, Papalık, İspanyol, Malta ve Fransız birlikleri de vardı. Bu ordu, yeni bir haçlı ordusuydu adetâ... Ayrıca orduda 47 ağır top vardı. Bu kuvvetlerin karşısında; Kanije Beylerbeyisi Tiryaki Hasan Paşa kumandasındaki dokuz bin asker ve yüz küçük kale topu ile kalplere sığmayan coşkun bir iman vardı. 9 Eylül 1601'de Kanije Kalesini kuşatan haçlı ordusu 2 ay 8 gün devam edecek kuşatma müddetince kaleye günde bin ilâ iki bin gülle yağdıracaktı. Kuşatma cereyan ederken Hasan Paşa, Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa'dan yardım istemiş, ancak Sadrazamın gelme ihtimalinin olmadığını öğrenmiştir. Bu durum karşısında asla metanetini bozmamış, güya sadrazamdan geliyormuş gibi, kendi yazdırdığı bir mektubu kale ahalisinin önünde okutmuştur. Yine Sadrazam'a hitaben yazdığı mektupların kasten düşmanın eline geçmesini temin etmiş, bu mektuplardaki, kalenin durumunun çok iyi olduğunu ve sadrazamın gelmesine lüzum olmadığını bildiren mesajlarıyla dşümanın moralini bozmuştur. Kalede barutun bitmesi üzerine Uzun Ahmed isimli yeniçeri baruthane kurarak barut imal etmeğe başlamıştır. Kalede yiyecek sıkıntısı çekilmesine rağmen yakalanan düşman esirleri yağla, balla beslenmiş ve bunların kaçmasına göz yumularak gördüklerini anlatmaları temin edilmiştir. Zaman zaman yapılan huruç hareketleriyle düşmanın gözü yıldınlmıştır. Hasan Paşa atın üzerinde dik durmak için kendisini urganla üzengiye bağlatmış ve en önde hücum ederek düşmanı perişan etmiştir. Devamlı yaptığı konuşmalarla askerin moralini takviye ederek şevk içerisinde olmalarını temin etmiştir. Hasan Paşa'nın Allah uğruna şehid olmanın faziletini anlatmasından sonra askerler şehadet şerbetini içmek için büyük bir azimle düşman saflarına dalmaktan çekinmemişlerdir. "Paşam!.. Gazilik mi iyidir, yoksa şehitlik mi?" diyen askere şu cevabı vermiştir. "Cenab-ı Hak şehitliği kime dilerse ona verir. Gaza ise hepimize farzdır. Yani Allah'ın kati bir emridir." Bu cevabı alan asker, kendisiyle birlikte savaşa katılıp şehid olmayı arzuladığını söyleyince Hasan Paşa, "Sen burada oturacaksın, emrime itaat edip gazi olacaksın! Şehid, belki ben olurum. İtiraz istemem." demiş ve hususi olarak vazifelendirdiği Yeniçeriyi kalede bırakarak kendisi yalınkılıç düşman saflarına dalmıştır. Seksenlik komutanlarının cesaretini, kararlılığını gören gaziler coşuyor, birbirleriyle fedakarlık ve kahramanlık yarışına girişiyorlardı. Atılan güllelerden kalenin bedeni delik deşik olmuştu. Bu delikler geceleri sabahlara kadar çalışılarak sepet parçaları, yırtık elbiseler ve bulabildikleri diğer eşyalarla tıkanıyordu. Kış bastırınca kaledekilerin durumu daha da vahim hal almıştı. Artık dayanmak imkansız hale gelmişti. Bu durum karşısında Hasan Paşa diğer komutanlarıyla istişare ederek umumî bir taarruza karar verdi. 17 Kasım 1601'de Mehteran. cenk havasını vurmaya başlamıştı. Kaledeki serdengeçtiler tekbir getiriyorlardı. İşte bu coşkunluk içerisinde Gazi Kara Ömer Ağa 800 yiğitle kaleden çıkmış ve yıldırım gibi düşman içerisine dalmıştı. Bu beklenmedik saldın hareketi üzerine düşman paniğe kapılmıştır. Onlar Sadrazamın ordusunun geldiğini zannediyorlardı. Hasan Paşa ise kaledeki bütün topları son bir defa ateşletiyor ve güya Sadrazamı selamlıyordu. Düşman ordugâhı karışmıştı ve panik başlamıştı. Gazilerin "Allah Allah" sadalan yeri göğü tutuyordu. İlk hamlede düşmanın bütün ağırlıkları, yiyecekleri, cephaneleri ele geçirilmişti. Düşman 18 bin ölü vererek darmadağınık vaziyette kaçışmaya başlamıştı. Bunun üzerine üç bin yeniçeri düşmanı takibe başlamış ve 18 Kasım günü de 30 bin düşman imha edilmişti. Başkumandan Arşidük Ferdinand ve çok az askeri canını zor kurtarmıştı. Düşmanın 47 büyük kuşatma topu, 14 bin tüfek, 60 bin çadır, 14 bin kazma ve kürek, binlerce araba dolusu yiyeceği ele geçirilmişti. Aynca Ferdinand'ın altın tahtı ve otağı da zaptedilmişti. Muazzam bir zafer kazanılmıştı. Hasan Paşa Ferdinand'ın çadınna girmiş ve böylesine bir zaferi kendisine nasib ettiği için şükür secdesine kapanmış ve iki rekat namaz kılmıştır. Daha sonra yanındakilere dönerek şöyle demiştir: "Bu kadar âciz olduğumuz halde böyle apaçık bir fethin bize nasib olması sadece Cenâb-ı Hakkın yardımı ve Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerinin mâcizesi bereketiyledir. Tam bir samimiyetle çalışılır ve benim gibi âciz bir ihtiyar da olsa kumandana tam bir itaatla bağlanılırsa Cenab-ı Hak Müslümanlardan yardımı hiç bir zaman esirgemez." Hasan Paşa, Zaferin ardından bütün ganimeti gaziler arasında pay eder, kendisi hiçbir şey almaz. Yakın arkadaşı olan Şair Faizî'nin tarifiyle, "son derece cesaretli, o derecede yumuşak huylu, o derece güzel ahlaka sahip ve alçak gönüllü bir kişi" olan Hasan Paşa'nın dünya malında gözü yoktu. Öyle ki büyük fedakarlık gösteren Ömer Ağa'ya kendi sorumluluğunda olan Peç sancak beyliğini vermiştir. Zafer duyulunca İstanbul'da bütün evlerde şenlikler yapılmaya başlanmıştır. Zafer üzerine Sultan III.Mehmed Hasan Paşaya bizzat kendisinin yazdığı bir mektup göndererek paşayı tebrik etmiş, mükafat olarak; üç hil'at, murassa bir kılıç ve üç tane at göndermiş, ayrıca vezirlik rütbesi verilmiştir. Bütün bunlar karşısında, son derece tevazu sahibi olan Hasan Paşa sevinmemiş, bilakis üzüntüsünden göz yaşı dökmüştür. Sebebi sorulduğunda şöyle demiştir şanlı kumandan: "Kanije'de ettiğimiz küçük bir hizmete karşılık bize vezirlik vermişler ve "Hatt-ı Hümayun" göndermişler. Halbuki, Kanun! Sultan Süleyman, Makbul İbrahim Paşa'y ı tam bir yetkiyle kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile O'nun eline bu kadar iltifatlar ihtiva eden bir mektup vermemişti. Rahmetli Piyale Paşa, Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin damadı olduğu ve deniz muharebelerinde bütün Hıristiyan hükümdarlarının donanmalarına galip geldiği ve Sakız Adas'nın fethi gibi nice muvaffakiyetler elde ettiği halde kendisine vezirlik çok görülmüştü. İslâm Halifesi'nin Hatt-ı Hümâyûnu Kanije muhasarası gibi küçük bir hizmete mükafat olmaya başladı. Devletin vezirliği, benim gibi kocamış kimselere kaldı. Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim!" Yüz bin kişilik düşman ordusunu perişan etmeyi gözünde büyütmeyip Devletin en mühim makamına nefsini layık görmeyen ve otoriteye bağlı, Devletin şahsı manevisini üstün tutmak için azami gayret gösteren bir şahsiyet... Hasan Paşa misalim görünce Osmanlı Devletinin altı asır yaşamasının sırrını anlıyor insan. Kanije'nın şanlı serdarını son nefesine kadar din uğruna, Devlet uğruna gayret gösterirken görmekteyiz. Kanije'den sonra Bosna'ya oradan Budin valiliğine gönderilmiş, daha sonra Beylerbeyi olmuştur. Devlete başkaldıran Celali eşkıyalarından Canbolatla oğlunun isyanını bastırmıştır. Ayaklanmayı bastırdıktan sonra 1608'de tekrar Budin valiliğine dönmüş ve bu vazifede iken 1611'de vefat etmiştir |
| ||||||
Tevazu sahibi büyük edibimiz Kültür ve Medeniyet hazinemize eşsiz eserler armağan eden sanatkârlarımızdan birisi de Fuzulî'dir. Edebiyat sahasında dünya çapında şöhrete sahiptir. O'nun meydana getirdiği eserler asırlar boyu dillerden düşmemiştir... Şiir dalında meydana getirdiği eserlerin dünya klasikleri arasında mümtaz bir yeri vardır... Fuzûlî'nin Şiir san'atına kabiliyeti küçük yaşlarından itibaren belli olmuştur. O çok küçük yaştan itibaren diz çöktüğü ilim ve irfan rahle-i tedrisinden aldığı geniş malumatı, ruhundaki İlâhî aşkla yoğurup, san'at potasına dökerek mükemmel bir şekil halinde nesillere cömertçe armağan etmesini bilmiştir. Bu yolda gösterdiği gayret ve Hak âşıklığındaki ihlasıdır ki O'nu unutulmayanlar listesine kaydettirmiştir... Kısaca hayatına göz atalım: Fuzûlî'nin doğum tarihi hakkında kesin bir rakam söylenememekle birlikte 1480 tarihi civarında Kerbelâ'da dünyaya gelmiştir. Babası Süleyman Efendi Hille Müftülüğü yapmıştır... Asıl adı Mehmed olan Fuzûlî ilk tahsilini babasının eğitim halkasında yapmıştır. Daha sonra çevrenin meşhur âlimlerinden de dersler almıştır. Kayınpederi Hoca Rahmetullah da ders aldığı âlimler arasındadır... Kısa zamanda ilim, irfan vadisinde hayli mesafe olan Fuzulî şiire olan kabiliyetiyle, tahsil ettiği ilimleri edebiyatın bu zorlu dalında işlemeye başladığında, devrinin bütün mühim ilimlerini kazanmış hüviyete sahip bulunmaktaydı... Ana lisanı Türkçe'den başka Arapça ve Farsça lisanını da elde etmiş ve lisan bilgisini mükemmel eserler verebilecek derecede ileri seviyeye ulaştırmıştır... Fuzûlî'nin verdiği eserlerle şöhreti Irak ve İran'dan taşarak Osmanlı topraklarına kadar yayılmıştır. Kanunî Sultan Süleyman'ın 1534'te Bağdat'ı fethetmesi üzerine, bu şanlı padişaha herbiri parlak birer eser olan 5 ayrı kaside takdim etmiş, bu cihangir Osmanlı padişahını methederek fethini alkışlamıştır. "Geldi burc-ı evliyaya Pâdişâh-ı nâmdâr" diyen Fuzulî, "Kasîde-i der tavsîf-i Bağdad ve medhi Sultan Süleyman" eserinin bu mısrayla aynı zamanda Bağdad'ın fethi olan H.941 senesine tarih düşürmüştür. Bağdad'ın fethinden sonra Osmanlı tâbiiyetine giren Fuzûlî'ye Kanunî Sultan Süleyman yakın alâka göstermiş ve maddî bakımdan oldukça fakir olan Fuzûli'ye vakıf gelirlerinden günde 9 akçalık bir tahsilat bağlatmıştır. 1556 yılında Kerbelâ'da vefat ettiğinde ismi 3 kıtaya yayılmış bir şöhrete sahip bulunmaktaydı... Fikirleri-şahsiyeti Aklî ve naklî bütün İslâm ilimlerinde geniş malumata sahip Fuzulî, istikrarlı bir İslâmî fikrî yapısı yanında, daha ziyade hissiyatıyla şöhret bulmuştur. O, Cenab-ı Hakkın Kâinatta görünen İlahî san'atı karşısında coşmuş, İlâhî aşkla şekil ve ifade bakımından mükemmel şiirler söylemiştir... Hak âşığı Fuzulî, cismanî aşktan İlahî aşka yönelen Mecnun gibi kâinattaki bütün mahlukata karşı, Cenab-ı Hakk'ın kudretinin birer tecellileri olması sebebiyle, san'atların san'atkâr-ı hakikisine olan aşkını dile getirmiştir... Sahada Mecnun'u geçtiğini söyleyen Fuzulî şöyle demektedir. Mende Mecnun'dan füzûn (fazla) âşıklık isti'dadı var. Aşık-ı sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var. Fuzulî İlahî aşkın hasretlisidir. Aşk belasıyla tanışmak ve onunla arkadaş olmak istemekte ve bunun için Cenab-ı Hakka yalvarmaktadır. "Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl aşna beni Bir dem belâ-yı âşkdan etme cüda beni" der... Gönlü aşk ateşiyle tutuşan Fuzûlî bu aşkı gizlemeye tahammül gösterememekte, güç yetirememekte ve bülbül gibi feryâd etmektedir. "Şeb-i hicran yanar canım döker kan çeşm-i giryânım Uyarır halkı efganım kara bahtım uyanmaz mı... Fuzûli rind-i şeydâdır hemîşe (dâima) halka rüsvâdır Sorun kim bu ne sevdadır bu sevdadan usanmaz mı" Fuzûlî İlâhî aşkı açıklamasından kendisi de hoşnud değildir. Şöyle der: Ah ü feryadın Fuzûli incidübdür âlemi Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedür" der.. Fuzulî Münacaatlarıyla Cenab-ı Hakka yalvarırken, Na'tlarıyla da "Hatemü'l Enbiya'ya" karşı muhabbetini dile getirmektedir. En meşhur Naatlarından biri olan "Su Kasidesi"ndeki, Yâ Habib-Allah Yâ Hayrel-beşer müştâkınem Eyle kim leb-i teşneler yanub diled, hemvâre su Sensin ol bahr-i keramet kim şeb-i mi'râcda Şebnem-i feyzin yitürmüş sabit ü seyyare sû beyitlerinde olduğu gibi yanık bir ifadeyle hislerini terennüm eder. Su kasidesinden birkaç beyit daha görelim dilerseniz: Dest bûs-ı arzusuyla ölürsem dostlar Göze ilk toprağım sunun ânınla yâre su Serv-i serkeşlik kılur kamer-i niyazından meğer Dâmenin duta ayağına düşe yalvâre su Tıynet-i pâkine rûşen kılmış ehl-i âleme İktida kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtara su Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nur Dönmez ol dergâhdan ger olsa pare pare su Zikr-i nâ'tın virdini derman bilür ehl-i hata Eyle kim def-i humar içün içer miyhvare su Çeşme-i hurşidden her dem zilâl-ifeyz iner Hacet olsa meraktan tecdid eden mîmâre su Fuzulî san'atının kıymetini müdriktir. "Yümn-i nd'tından güher olmuş Fuzûlî sözleri Ebr-i nisandan dönen tek lü'lü-i şehvâre su" demektedir. Kasidenin sonunda maksadını ifade etmektedir: Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrum olmıyam Çeşme-i vasim verüben teşne-i didâre sû Fuzulî düzgün ve muntazam şiirden hoşlanmakta ve san'atta mükemmelliği aramaktadır. Gençlik devrinde aradığı mükemmelliği yakaladığı andan itibaren Fuzûlî mahlasını kullanmağa başlamıştır. O, titiz bir emeğin mahsulü eserlerinin diğer şairlerin-kinden ayırt edilmesi için hiç kimsenin kullanmaya cesaret edemeyeceği bir mahlas seçmiştir. Fuzulî bu mahlası alırken aynı zamanda "fazl"ın çokluk şeklini de kastetmiştir. Yani, faziletlere sahip kimse mânasına Fuzulî'yi de kastetmiştir... Ciddiyetli bir şahsiyete sahip olan Fuzulî aynı zamanda son derece tevazu sahibiydi. Eserlerindeki mükemmelliği anlayıp bunu açıklaması, övünmeden çok divan edebiyatı geleneğindendir... Gazel, kaside ve mesnevilerinde fikirlerini mahir bir kuyumcu hassasiyetiyle beyitlere nakşeden Fuzulî, güzel söz ipliğine inci gibi kelimeler dizerek san'at pazarına çıkarmıştır. O'nun şikayet ve tenkitleri bile san'atlıdır. Yazılış ve mâna yakınlığı olan kelimeleri ustalıkla kullanır. Yanlışlık yapmayı alışkanlık haline getirmiş katipleri, şöyle tenkit eder: Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahrirün Ki fesâd-i rakamı, sûr'umuzı (şenlik) sûr (şamata) eyler Gah bir harf sükutiyle kılur nâdir'i nâr Gah bir nokta kusûrıyle göz'ü kör eyler İslamî yazı göz önüne alındığında bu beyitlerde ifade edilmek istenen mâna daha iyi anlaşılacaktır... Eserleri Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzulinin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz. Türkçe manzum eserleri: Divan, Beng ü Bade, Leylî vü Mecnûn, Kırk Hadis Türkçe mensur eserleri: Hadîkatü's-Suadâ, Mektuplar Arapça eserleri: Dîvan (manzum), Matlau'1-itikad (mensur) Farsça manzum eserleri: Dîvan, Heft-câm (sâkinâme), Enîsü'1-kalb, Muammeyât Farsça mensur eserleri: Rind ü zâhid, Hüsn ü Aşk |
| ||||||
Vatan Müdafaasının fedakâr mücahidesi Mukaddesâtını, vatanım her zaman canlarından aziz bilen halkımız, vatanlarına gelen hücumlara karşı yediden yetmişe, erkeğiyle, kadınıyla, yaşlısıyla, genciyle karşı durmuş ve tarihe şan veren müdafalar yapmışlardır. Vatan müdafaasında kadınlar da erkekleri ile fedakârlık yarışına girişmiştir. Zaman olmuş cephe gerisinde yaralılara hizmet etmiş, cephane taşımış, cephane imâlinde çalışmış, zaman gelmiş düşmanı Yurdundan defetmek için cepheye koşmuştur. İşte Nene Hatun da düşmanı defetmek için cepheye koşan kahraman kadınlardan birisidir. 93 Harbinin en çetin safhalarının cereyan ettiği günlere gidiyoruz. Rus ordusu 160 bin asker ve 189 topla Kafkas cephesine hücum etmektedir. Buna karşılık ordumuzun asker mevcudu 60 bindir. Silah ve cephane de Ruslarınkinden çok çok azdır... Doğu Beyazıt'tan Batum'a kadar uzanan 340 kilometrelik cephe boyunca ordumuz, Müşir Katırcıoğlu Ahmed Muhtar Paşa'nın kumandası altında düşmanla amansız bir mücadeleye girişmiştir. Düşmanın kalabalık oluşuna, silah üstünlüğüne aldıran yoktur. Lâkin ağır kış şartları askerlerimizi yıpratmaktadır. Moskof ordularının hedefi Erzurum şehridir. Burası ele geçirildiği takdirde Doğu Anadolunun bütünüyle ele geçirileceğine inanmaktadırlar. Düşmanın bütün hücumları kahraman askerlerimizin göğsüne çarpıp erimektedir. Mertlikle galebe çalamayacağını anlayan düşman hileye başvurur. Tabyaları baskınlarla ele geçirmeyi planlar. Bunun için de Türkçeyi ana dilleri gibi konuşan Ermenilerin yardımıyla ve onlann kılavuzluğu altında 9 Kasım 1877'de Aziziye tabyasına, saldınp nöbetçileri şehit ederler. Durum anlaşılınca tabyada boğaz boğaza bir muharebe başlar. Düşmanın siperlerimize hücum edip, tabyalarımıza girdiği haber; Erzurum'da bomba gibi patlar. Müezzinler minarelerden durumu haber vererek, herkesi cihada davet ederler. Bütün Erzurumlular kadın, erkek ellerine ne geçirdilerse alarak Aziziye tabyasına koşuşmaya başlarlar. Haberi duyan henüz yirmi yaşlarında olan Nene Hatun kundaktaki kız çocuğunu ve biraz büyükçe oğlunu "Sizleri Allah"a ısmarladım yavrularım" diyerek bağrına basmış, onları öptükten sonra eline et satırını alarak cepheye koşmuştur. Nene Hatun'un evinde başkaca kimse yoktur. Cepheden ağır yaralı gelen kardeşi Hasan bir gün önce şehid olmuştur. Kocası cephede düşmanla vuruşmaktadır... Aziziye tabyasına ulaşan Nene Hatun bacılarıyla, kardeşleriyle birlikte düşmanın üzerine atılır. Haberi duyar duymaz koşuşan Erzurumluların elinde sopa, taş, kazma, kürek ve yaralayıcı, öldürücü ev âletleri ve bir de dillerinde, kalplerinden kopup gelen "Allah Allah" sadâsı vardır. Ahirete inananlar şehâdeti en yüce mertebe bilmenin heyecaniyle cansiperane vuruşmaktadırlar. Nene Hatun'un elindeki et satın düşman askerlerinin kafalarına yıldırım gibi inmektedir. Bir yandan da "vurun kardaşlarım, vurun bacılarım, kâfirlere aman vermeyin" diye haykıran Nene Hatun'un bu kahramanlığını gören Erzurumlular coşmuştur. Neticede Aziziye tabyasındaki düşman bütünüyle imha edilmiş ve tabya düşmandan geri alınmıştır. Yüzlerce şehit veren Erzurumluların bu cihetten gönülleri yaralı, fakat düşmanı defettikleri için kalpleri ferahtır... Aziziye tabyasının geri alınmasında canla başla çalışan Nene Hatun bir semboldür. Müslüman kadınların yeri geldiklerinde nasıl kahraman kesileceklerine bir örnektir... O hayatı boyunca bu hâdiseden fazlaca bahsetmemiş, bahsi geldiğinde, "Biz ne yaptık ki, bizim yaptığımız ne ki yavrularım..." diyerek Anadolu insanının engin tevazuunu nur yüzüne peçe yapmıştır... O, ne yapmışsa rıza-ı İlâhi için yapmıştır. Bu yüzdendir ki kendisinden ve gösterdiği fedakârlıktan bahsetmemiştir. 1857'de Erzurum'da doğan Nene Hatun 22 Mayıs 1955'te Hakkın rahmetine kavuşmuştur |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)