- --- spoiler ---
35 yıl önce cudi dağlarında bir grup eşkıya jandarma tarafından yakalanır. 35 yıl içinde eşkıyaların hepsi ya hastalıktan ya da hesaplaşmalardan ötürü can vermiştir. biri dışında; baran (şener şen). baran'ın uzun mahkumiyetinin ardından viranşehir cezaevi'nden çıkmasıyla başlayan film doğduğu toprakların artık baraj suları altında olduğunu öğrenmesiyle devam eder. köyde karşılaştığı ceren ana (zübeyde erden) ona, 35 yıllık yokluğunda yaşananları anlatır. geçimişindekilerin peşine düşmeye niyetli olan baran ceren ana'nın tavsiyelerine rağmen yola düşer. kendisini jandarmaya ihbar ederek yakalanmasına neden olan mustafa'dan (kemal inci) yıllardır bilmediği bir gerçeği öğrenir. hapse düşmesine en yakın arkadaşı berfo'nun (kamran usluer) ihaneti neden olmuştur. berfo eşkıya'nın altınlarına el koyarak eşkıya’nın çocukluk aşkı keje'yi de (sermin hürmeriç) babasından satın alıp istanbul'a kaçmıştır. vicdan azabı çeken mustafa kendini baran'ın infazına hazırlamıştır, ama eşkıya çoktan keje'nin peşine düşmüştür.
trenle istanbul'a doğru yola çıkan eşkıya yolda, beyoğlu'nun arka sokaklarında büyümüş, pavyon, kumarhane, uyuşturucu muhabbetinin içinde yaşayan genç bir adamla, cumali'yle (uğur yücel) karşılaşır. cumali, babasının kendisini aldatan üvey annesini öldürüp hapse girmesiyle yanına yerleştirildiği halasının evindeki cinsel tacizle geçen çocukluğunun acısını sert adamlığa soyunarak kapatmaya çalışan bir kaybedendir. yılmaz güney hayranı olan babasının esinlenmesiyle ince cumali filminden adını alan ve bir uyuşturucu kuryesi olan cumali, haydarpaşa garı'nda kendisini bekleyen sivil polisleri farkedince “emanetle” yakalanmamak için eşkıya'nın çantasıyla kendisininkini değiştirir ve ondan çantasını patronu demircan'ın (melih çardak), tarlabaşı'ndaki oto tamirhanesine getirmesini ister. polislerin aramasından kurtulan cumaliyi bu sefer demircan'ın sorgusu beklemektedir. polisin elinden kurtulan cumalinin muhbir olduğundan kuşkulanan demircan onu konuşturmaya çalışır. bu arada elinde çantayla tamirhanenin kapısında beliren eşkıya cumaliyi kurtarır.
ne istanbul'u ne de keje'nin adresini bilen eşkıya'nın çaresiz halini gören cumali ona tarlabaşı’nda kendi yaşadığı otelde bir oda bulur. birbirlerinin hikayelerini öğrenmeye başlayan, ömrünün yarısından fazlasını hapishanede geçirmiş eşkıya ile ailesiz büyümüş cumali arasında yavaş yavaş bir baba-oğul ilişkisi başlarken, cumali keje'yi ararken eşkıya'ya yardım etmeye karar verir.
hapishanede, sevgilisi emel'in (yeşim salkım) abisi olarak tanıttığı sedat'ı (özkan uğur) ziyaret eden cumali onun hapishaneden kurtulabilmesi için ihtiyacı olan rüşveti bulmaya karar verir. sedat için gereken parayı bulmak isteyen ve mesleğinde “kariyer” yapmak isteyen cumali mahalledeki ekibiyle birlikte demircan'dan daha zorlu işler isteyerek torbacılığa başlar.
bu arada istanbul'a dolaşmakta olan eşkıya şehrin büyüklüğüne kapılır. aynı gece otelin diğer devamlı konuklarından sinema emektarı artist kemal (kayhan yıldızoğlu) ve beyaz rus göçmeni andrey mişkin (necdet mahfi ayral) ile televizyon seyrederken mahmut şahoğlu'nu (berfo) tanır.
ertesi gün cumali'yle beraber artık ülkenin en zengin (ve şaibeli) işadamlarından biri olmuş olan berfo'nun malikanesinin önüne gelen eşkıya, berfo tarafından tanınarak gözaltına alınırlar. serbest kalmalarının ardından eşkıya, berfo’nun evine getirilir. berfo, ihanetini ve 35 yıllık hikayeyi anlattıktan sonra eşkıya'dan 35 yıldır konuşmayan keje'yi konuşturmasını ister. karşısında eşkıya'yı gören keje de uzun sessizliğini bozar. eşkıya onu alma sözü vererek keje’nin yanından ayrılır.
cumali, emel'in abisi olarak tanıttığı sedat'la kaçtığını öğrendiği gün ayrıca kendisinden mal çaldığından şüphelenen demircan tarafından da uyarılır. emel ile sedat'ı kaldıkları otel odasında basan cumali, eşkıya'nın telkinine rağmen öfkesine kurban olup ikisini de öldürür. eşkıya ile kaçmaya başlayan cumali sakladığı parasını almak için gittiği otelin önünde bir polis tarafından vurulur ama kaçmayı başarırlar. ertesi gün evine sığınmak için geldiği halası tarafından reddedilen cumali babasının hapse düşmesinden sonra halasının yanına yerleştirildiği günlerde yaşadığı pedofilik hatıraları anlatarak tepki gösterir.
cumali'nin kendisinden mal çaldığını anlayan ve parasını isteyen demircan onu ve arkadaşlarını tamirhanesinde "misafir etmeye" başlar. demircan'a olan borca kefil olan eşkıya, keje'ye karşılık olarak cumali'yi kurtaracak olan parayı çek olarak berfo'dan alır. cumali, serbest kaldıktan sonra döndüğü mahallesinde aldığı çek karşılıksız çıkan demircan'ın adamları tarafından vurulur. ağır yaralı olarak sığındığı otelin terasında ölümü bekleyen cumali, eşkıya’nın yanında ölüme gider.
oğlu gibi gördüğü cumali'nin ölümünden sonra sırasıyla önce berfo'yu ardından demircan'ı ve son olarak aynı otelde çalışan emektar hayat kadını sevim abla'nın (güven hokna) satıcısını öldüren eşkıya, beyoğlu’nun çatılarında gizlenmeye başlar. nihayet bir evin çatısında polis tarafından kuşatılır. polisle girdiği çatışma sırasında, ceren ana'nın onu koruması için verdiği muskanın kaybolmasını bir ölüm işareti olarak algılayan eşkıya patlayan silah seslerinin havai fişek seslerine karıştığı ortamda çatıdan atlayarak yaşamına son verir.
--- spoiler ---
21 Şubat 2018 Çarşamba
11 Şubat 2018 Pazar
SEVDALAR
Sen yağmurlar ve karlar kadar güzelsin
yüreğimin sesi
Mutluluktan haber getiren
beni unutma
ah saklı gülüm
Kimseler görüp duymasın diye
sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
sen efkarım kadar güzelsin
ve güzel kal
Sana dünyada sevdamızdan arda kalan
Öyle güzel bir pencere açıcamki
Yer yüzündeki bütün sevdalılar
Gölgesinde yeşericek
Bahar dalları gibi
Ve oyle bir ömrümü
Sericemki yoluna
Toz zereciğinde bile
Leylayla mecnunun
Sevdası olsun
Sen yağmurlar ve karlar kadar güzelsin
yüreğimin sesi
Mutluluktan haber getiren
beni unutma
ah saklı gülüm
Kimseler görüp duymasın diye
sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
sen efkarım kadar güzelsin
ve güzel kal
Sana dünyada sevdamızdan arda kalan
Öyle güzel bir pencere açıcamki
Yer yüzündeki bütün sevdalılar
Gölgesinde yeşericek
Bahar dalları gibi
Ve oyle bir ömrümü
Sericemki yoluna
Toz zereciğinde bile
Leylayla mecnunun
Sevdası olsun
| ||||||
Kanije müdafaası kahramanı Tiryaki Hasan Paşa, bereketli ömründe kazandığı zaferlerle, idare ettiği savaşlarda gösterdiği orijinal harp taktikleri ve ordusunu sevk ve idare edişiyle dünya askerlik tarihinin en şanlı kumandanları arasında yer alan büyüğümüzdür. Hayatını "İ'la-yı kelimetullah"a adamış olan Hasan Paşa, bu mukaddes ideal uğruna katıldığı mücadelelerden her zaman galib ayrılmıştır. Düşman kuvvetleriyle mücadelede, maddî kuvvetten ziyade manevî kuvvetin ehemmiyetini ve inanç yönünden kuvvetli kişilerin koca ordulara karşı çıkıp onları perişan edebileceklerini bizzat göstermiş ve bu hakikati gelecek nesillerin nazarlarına sunmuştur. Yaklaşık olarak 1521 yıllarında dünyaya gelen Hasan Paşa, genç yaşta Enderun'a girmiş ve saray okulunda iken kabiliyeti ve zekası ile dikkati çekmiştir. Enderun'daki tahsilini ikmal eden Hasan Paşa 1574'ten itibaren bir müddet sarayda Sultan III. Murad'ın yanında hizmet vermiştir. Ardından Macaristan'da bir hudut sancağı olan Zigetvar'da yirmi sene beylik yapmıştır. Harikulade cesareti, mertliği, kahramanlığı ve dindarlığı ile tanınmış ve devrin idarecilerince her zaman takdirle hatırlanmıştır. 1594'te Bosna Beylerbeyi olan Hasan Paşa buradan da kendi arzusu üzerine Kanije Kalesi komutanlığına getirilmiştir. Bu vazifede iken, kale, büyük düşman kuvvetlerince kuşatılmış ve bu muhasara esnasında gösterdiği kahramanlıkla tarihimize şan vermiştir. Hasan Paşa'yı yakından tanımak için Kanije kuşatmasına ve bu kuşatma esnasında yapılan müdafaaya göz atmak lazımdır. Kanije müdafaası Müstakbel Almanya imparatoru Arşidük Ferdinand yüz bin kişilik ordusuyla Kanije önlerine gelmiştir. Ordusunda Almanlardan başka İtalyan, Papalık, İspanyol, Malta ve Fransız birlikleri de vardı. Bu ordu, yeni bir haçlı ordusuydu adetâ... Ayrıca orduda 47 ağır top vardı. Bu kuvvetlerin karşısında; Kanije Beylerbeyisi Tiryaki Hasan Paşa kumandasındaki dokuz bin asker ve yüz küçük kale topu ile kalplere sığmayan coşkun bir iman vardı. 9 Eylül 1601'de Kanije Kalesini kuşatan haçlı ordusu 2 ay 8 gün devam edecek kuşatma müddetince kaleye günde bin ilâ iki bin gülle yağdıracaktı. Kuşatma cereyan ederken Hasan Paşa, Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa'dan yardım istemiş, ancak Sadrazamın gelme ihtimalinin olmadığını öğrenmiştir. Bu durum karşısında asla metanetini bozmamış, güya sadrazamdan geliyormuş gibi, kendi yazdırdığı bir mektubu kale ahalisinin önünde okutmuştur. Yine Sadrazam'a hitaben yazdığı mektupların kasten düşmanın eline geçmesini temin etmiş, bu mektuplardaki, kalenin durumunun çok iyi olduğunu ve sadrazamın gelmesine lüzum olmadığını bildiren mesajlarıyla dşümanın moralini bozmuştur. Kalede barutun bitmesi üzerine Uzun Ahmed isimli yeniçeri baruthane kurarak barut imal etmeğe başlamıştır. Kalede yiyecek sıkıntısı çekilmesine rağmen yakalanan düşman esirleri yağla, balla beslenmiş ve bunların kaçmasına göz yumularak gördüklerini anlatmaları temin edilmiştir. Zaman zaman yapılan huruç hareketleriyle düşmanın gözü yıldınlmıştır. Hasan Paşa atın üzerinde dik durmak için kendisini urganla üzengiye bağlatmış ve en önde hücum ederek düşmanı perişan etmiştir. Devamlı yaptığı konuşmalarla askerin moralini takviye ederek şevk içerisinde olmalarını temin etmiştir. Hasan Paşa'nın Allah uğruna şehid olmanın faziletini anlatmasından sonra askerler şehadet şerbetini içmek için büyük bir azimle düşman saflarına dalmaktan çekinmemişlerdir. "Paşam!.. Gazilik mi iyidir, yoksa şehitlik mi?" diyen askere şu cevabı vermiştir. "Cenab-ı Hak şehitliği kime dilerse ona verir. Gaza ise hepimize farzdır. Yani Allah'ın kati bir emridir." Bu cevabı alan asker, kendisiyle birlikte savaşa katılıp şehid olmayı arzuladığını söyleyince Hasan Paşa, "Sen burada oturacaksın, emrime itaat edip gazi olacaksın! Şehid, belki ben olurum. İtiraz istemem." demiş ve hususi olarak vazifelendirdiği Yeniçeriyi kalede bırakarak kendisi yalınkılıç düşman saflarına dalmıştır. Seksenlik komutanlarının cesaretini, kararlılığını gören gaziler coşuyor, birbirleriyle fedakarlık ve kahramanlık yarışına girişiyorlardı. Atılan güllelerden kalenin bedeni delik deşik olmuştu. Bu delikler geceleri sabahlara kadar çalışılarak sepet parçaları, yırtık elbiseler ve bulabildikleri diğer eşyalarla tıkanıyordu. Kış bastırınca kaledekilerin durumu daha da vahim hal almıştı. Artık dayanmak imkansız hale gelmişti. Bu durum karşısında Hasan Paşa diğer komutanlarıyla istişare ederek umumî bir taarruza karar verdi. 17 Kasım 1601'de Mehteran. cenk havasını vurmaya başlamıştı. Kaledeki serdengeçtiler tekbir getiriyorlardı. İşte bu coşkunluk içerisinde Gazi Kara Ömer Ağa 800 yiğitle kaleden çıkmış ve yıldırım gibi düşman içerisine dalmıştı. Bu beklenmedik saldın hareketi üzerine düşman paniğe kapılmıştır. Onlar Sadrazamın ordusunun geldiğini zannediyorlardı. Hasan Paşa ise kaledeki bütün topları son bir defa ateşletiyor ve güya Sadrazamı selamlıyordu. Düşman ordugâhı karışmıştı ve panik başlamıştı. Gazilerin "Allah Allah" sadalan yeri göğü tutuyordu. İlk hamlede düşmanın bütün ağırlıkları, yiyecekleri, cephaneleri ele geçirilmişti. Düşman 18 bin ölü vererek darmadağınık vaziyette kaçışmaya başlamıştı. Bunun üzerine üç bin yeniçeri düşmanı takibe başlamış ve 18 Kasım günü de 30 bin düşman imha edilmişti. Başkumandan Arşidük Ferdinand ve çok az askeri canını zor kurtarmıştı. Düşmanın 47 büyük kuşatma topu, 14 bin tüfek, 60 bin çadır, 14 bin kazma ve kürek, binlerce araba dolusu yiyeceği ele geçirilmişti. Aynca Ferdinand'ın altın tahtı ve otağı da zaptedilmişti. Muazzam bir zafer kazanılmıştı. Hasan Paşa Ferdinand'ın çadınna girmiş ve böylesine bir zaferi kendisine nasib ettiği için şükür secdesine kapanmış ve iki rekat namaz kılmıştır. Daha sonra yanındakilere dönerek şöyle demiştir: "Bu kadar âciz olduğumuz halde böyle apaçık bir fethin bize nasib olması sadece Cenâb-ı Hakkın yardımı ve Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerinin mâcizesi bereketiyledir. Tam bir samimiyetle çalışılır ve benim gibi âciz bir ihtiyar da olsa kumandana tam bir itaatla bağlanılırsa Cenab-ı Hak Müslümanlardan yardımı hiç bir zaman esirgemez." Hasan Paşa, Zaferin ardından bütün ganimeti gaziler arasında pay eder, kendisi hiçbir şey almaz. Yakın arkadaşı olan Şair Faizî'nin tarifiyle, "son derece cesaretli, o derecede yumuşak huylu, o derece güzel ahlaka sahip ve alçak gönüllü bir kişi" olan Hasan Paşa'nın dünya malında gözü yoktu. Öyle ki büyük fedakarlık gösteren Ömer Ağa'ya kendi sorumluluğunda olan Peç sancak beyliğini vermiştir. Zafer duyulunca İstanbul'da bütün evlerde şenlikler yapılmaya başlanmıştır. Zafer üzerine Sultan III.Mehmed Hasan Paşaya bizzat kendisinin yazdığı bir mektup göndererek paşayı tebrik etmiş, mükafat olarak; üç hil'at, murassa bir kılıç ve üç tane at göndermiş, ayrıca vezirlik rütbesi verilmiştir. Bütün bunlar karşısında, son derece tevazu sahibi olan Hasan Paşa sevinmemiş, bilakis üzüntüsünden göz yaşı dökmüştür. Sebebi sorulduğunda şöyle demiştir şanlı kumandan: "Kanije'de ettiğimiz küçük bir hizmete karşılık bize vezirlik vermişler ve "Hatt-ı Hümayun" göndermişler. Halbuki, Kanun! Sultan Süleyman, Makbul İbrahim Paşa'y ı tam bir yetkiyle kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile O'nun eline bu kadar iltifatlar ihtiva eden bir mektup vermemişti. Rahmetli Piyale Paşa, Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin damadı olduğu ve deniz muharebelerinde bütün Hıristiyan hükümdarlarının donanmalarına galip geldiği ve Sakız Adas'nın fethi gibi nice muvaffakiyetler elde ettiği halde kendisine vezirlik çok görülmüştü. İslâm Halifesi'nin Hatt-ı Hümâyûnu Kanije muhasarası gibi küçük bir hizmete mükafat olmaya başladı. Devletin vezirliği, benim gibi kocamış kimselere kaldı. Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim!" Yüz bin kişilik düşman ordusunu perişan etmeyi gözünde büyütmeyip Devletin en mühim makamına nefsini layık görmeyen ve otoriteye bağlı, Devletin şahsı manevisini üstün tutmak için azami gayret gösteren bir şahsiyet... Hasan Paşa misalim görünce Osmanlı Devletinin altı asır yaşamasının sırrını anlıyor insan. Kanije'nın şanlı serdarını son nefesine kadar din uğruna, Devlet uğruna gayret gösterirken görmekteyiz. Kanije'den sonra Bosna'ya oradan Budin valiliğine gönderilmiş, daha sonra Beylerbeyi olmuştur. Devlete başkaldıran Celali eşkıyalarından Canbolatla oğlunun isyanını bastırmıştır. Ayaklanmayı bastırdıktan sonra 1608'de tekrar Budin valiliğine dönmüş ve bu vazifede iken 1611'de vefat etmiştir |
| ||||||
Tevazu sahibi büyük edibimiz Kültür ve Medeniyet hazinemize eşsiz eserler armağan eden sanatkârlarımızdan birisi de Fuzulî'dir. Edebiyat sahasında dünya çapında şöhrete sahiptir. O'nun meydana getirdiği eserler asırlar boyu dillerden düşmemiştir... Şiir dalında meydana getirdiği eserlerin dünya klasikleri arasında mümtaz bir yeri vardır... Fuzûlî'nin Şiir san'atına kabiliyeti küçük yaşlarından itibaren belli olmuştur. O çok küçük yaştan itibaren diz çöktüğü ilim ve irfan rahle-i tedrisinden aldığı geniş malumatı, ruhundaki İlâhî aşkla yoğurup, san'at potasına dökerek mükemmel bir şekil halinde nesillere cömertçe armağan etmesini bilmiştir. Bu yolda gösterdiği gayret ve Hak âşıklığındaki ihlasıdır ki O'nu unutulmayanlar listesine kaydettirmiştir... Kısaca hayatına göz atalım: Fuzûlî'nin doğum tarihi hakkında kesin bir rakam söylenememekle birlikte 1480 tarihi civarında Kerbelâ'da dünyaya gelmiştir. Babası Süleyman Efendi Hille Müftülüğü yapmıştır... Asıl adı Mehmed olan Fuzûlî ilk tahsilini babasının eğitim halkasında yapmıştır. Daha sonra çevrenin meşhur âlimlerinden de dersler almıştır. Kayınpederi Hoca Rahmetullah da ders aldığı âlimler arasındadır... Kısa zamanda ilim, irfan vadisinde hayli mesafe olan Fuzulî şiire olan kabiliyetiyle, tahsil ettiği ilimleri edebiyatın bu zorlu dalında işlemeye başladığında, devrinin bütün mühim ilimlerini kazanmış hüviyete sahip bulunmaktaydı... Ana lisanı Türkçe'den başka Arapça ve Farsça lisanını da elde etmiş ve lisan bilgisini mükemmel eserler verebilecek derecede ileri seviyeye ulaştırmıştır... Fuzûlî'nin verdiği eserlerle şöhreti Irak ve İran'dan taşarak Osmanlı topraklarına kadar yayılmıştır. Kanunî Sultan Süleyman'ın 1534'te Bağdat'ı fethetmesi üzerine, bu şanlı padişaha herbiri parlak birer eser olan 5 ayrı kaside takdim etmiş, bu cihangir Osmanlı padişahını methederek fethini alkışlamıştır. "Geldi burc-ı evliyaya Pâdişâh-ı nâmdâr" diyen Fuzulî, "Kasîde-i der tavsîf-i Bağdad ve medhi Sultan Süleyman" eserinin bu mısrayla aynı zamanda Bağdad'ın fethi olan H.941 senesine tarih düşürmüştür. Bağdad'ın fethinden sonra Osmanlı tâbiiyetine giren Fuzûlî'ye Kanunî Sultan Süleyman yakın alâka göstermiş ve maddî bakımdan oldukça fakir olan Fuzûli'ye vakıf gelirlerinden günde 9 akçalık bir tahsilat bağlatmıştır. 1556 yılında Kerbelâ'da vefat ettiğinde ismi 3 kıtaya yayılmış bir şöhrete sahip bulunmaktaydı... Fikirleri-şahsiyeti Aklî ve naklî bütün İslâm ilimlerinde geniş malumata sahip Fuzulî, istikrarlı bir İslâmî fikrî yapısı yanında, daha ziyade hissiyatıyla şöhret bulmuştur. O, Cenab-ı Hakkın Kâinatta görünen İlahî san'atı karşısında coşmuş, İlâhî aşkla şekil ve ifade bakımından mükemmel şiirler söylemiştir... Hak âşığı Fuzulî, cismanî aşktan İlahî aşka yönelen Mecnun gibi kâinattaki bütün mahlukata karşı, Cenab-ı Hakk'ın kudretinin birer tecellileri olması sebebiyle, san'atların san'atkâr-ı hakikisine olan aşkını dile getirmiştir... Sahada Mecnun'u geçtiğini söyleyen Fuzulî şöyle demektedir. Mende Mecnun'dan füzûn (fazla) âşıklık isti'dadı var. Aşık-ı sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var. Fuzulî İlahî aşkın hasretlisidir. Aşk belasıyla tanışmak ve onunla arkadaş olmak istemekte ve bunun için Cenab-ı Hakka yalvarmaktadır. "Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl aşna beni Bir dem belâ-yı âşkdan etme cüda beni" der... Gönlü aşk ateşiyle tutuşan Fuzûlî bu aşkı gizlemeye tahammül gösterememekte, güç yetirememekte ve bülbül gibi feryâd etmektedir. "Şeb-i hicran yanar canım döker kan çeşm-i giryânım Uyarır halkı efganım kara bahtım uyanmaz mı... Fuzûli rind-i şeydâdır hemîşe (dâima) halka rüsvâdır Sorun kim bu ne sevdadır bu sevdadan usanmaz mı" Fuzûlî İlâhî aşkı açıklamasından kendisi de hoşnud değildir. Şöyle der: Ah ü feryadın Fuzûli incidübdür âlemi Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedür" der.. Fuzulî Münacaatlarıyla Cenab-ı Hakka yalvarırken, Na'tlarıyla da "Hatemü'l Enbiya'ya" karşı muhabbetini dile getirmektedir. En meşhur Naatlarından biri olan "Su Kasidesi"ndeki, Yâ Habib-Allah Yâ Hayrel-beşer müştâkınem Eyle kim leb-i teşneler yanub diled, hemvâre su Sensin ol bahr-i keramet kim şeb-i mi'râcda Şebnem-i feyzin yitürmüş sabit ü seyyare sû beyitlerinde olduğu gibi yanık bir ifadeyle hislerini terennüm eder. Su kasidesinden birkaç beyit daha görelim dilerseniz: Dest bûs-ı arzusuyla ölürsem dostlar Göze ilk toprağım sunun ânınla yâre su Serv-i serkeşlik kılur kamer-i niyazından meğer Dâmenin duta ayağına düşe yalvâre su Tıynet-i pâkine rûşen kılmış ehl-i âleme İktida kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtara su Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nur Dönmez ol dergâhdan ger olsa pare pare su Zikr-i nâ'tın virdini derman bilür ehl-i hata Eyle kim def-i humar içün içer miyhvare su Çeşme-i hurşidden her dem zilâl-ifeyz iner Hacet olsa meraktan tecdid eden mîmâre su Fuzulî san'atının kıymetini müdriktir. "Yümn-i nd'tından güher olmuş Fuzûlî sözleri Ebr-i nisandan dönen tek lü'lü-i şehvâre su" demektedir. Kasidenin sonunda maksadını ifade etmektedir: Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrum olmıyam Çeşme-i vasim verüben teşne-i didâre sû Fuzulî düzgün ve muntazam şiirden hoşlanmakta ve san'atta mükemmelliği aramaktadır. Gençlik devrinde aradığı mükemmelliği yakaladığı andan itibaren Fuzûlî mahlasını kullanmağa başlamıştır. O, titiz bir emeğin mahsulü eserlerinin diğer şairlerin-kinden ayırt edilmesi için hiç kimsenin kullanmaya cesaret edemeyeceği bir mahlas seçmiştir. Fuzulî bu mahlası alırken aynı zamanda "fazl"ın çokluk şeklini de kastetmiştir. Yani, faziletlere sahip kimse mânasına Fuzulî'yi de kastetmiştir... Ciddiyetli bir şahsiyete sahip olan Fuzulî aynı zamanda son derece tevazu sahibiydi. Eserlerindeki mükemmelliği anlayıp bunu açıklaması, övünmeden çok divan edebiyatı geleneğindendir... Gazel, kaside ve mesnevilerinde fikirlerini mahir bir kuyumcu hassasiyetiyle beyitlere nakşeden Fuzulî, güzel söz ipliğine inci gibi kelimeler dizerek san'at pazarına çıkarmıştır. O'nun şikayet ve tenkitleri bile san'atlıdır. Yazılış ve mâna yakınlığı olan kelimeleri ustalıkla kullanır. Yanlışlık yapmayı alışkanlık haline getirmiş katipleri, şöyle tenkit eder: Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahrirün Ki fesâd-i rakamı, sûr'umuzı (şenlik) sûr (şamata) eyler Gah bir harf sükutiyle kılur nâdir'i nâr Gah bir nokta kusûrıyle göz'ü kör eyler İslamî yazı göz önüne alındığında bu beyitlerde ifade edilmek istenen mâna daha iyi anlaşılacaktır... Eserleri Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzulinin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz. Türkçe manzum eserleri: Divan, Beng ü Bade, Leylî vü Mecnûn, Kırk Hadis Türkçe mensur eserleri: Hadîkatü's-Suadâ, Mektuplar Arapça eserleri: Dîvan (manzum), Matlau'1-itikad (mensur) Farsça manzum eserleri: Dîvan, Heft-câm (sâkinâme), Enîsü'1-kalb, Muammeyât Farsça mensur eserleri: Rind ü zâhid, Hüsn ü Aşk |
| ||||||
Vatan Müdafaasının fedakâr mücahidesi Mukaddesâtını, vatanım her zaman canlarından aziz bilen halkımız, vatanlarına gelen hücumlara karşı yediden yetmişe, erkeğiyle, kadınıyla, yaşlısıyla, genciyle karşı durmuş ve tarihe şan veren müdafalar yapmışlardır. Vatan müdafaasında kadınlar da erkekleri ile fedakârlık yarışına girişmiştir. Zaman olmuş cephe gerisinde yaralılara hizmet etmiş, cephane taşımış, cephane imâlinde çalışmış, zaman gelmiş düşmanı Yurdundan defetmek için cepheye koşmuştur. İşte Nene Hatun da düşmanı defetmek için cepheye koşan kahraman kadınlardan birisidir. 93 Harbinin en çetin safhalarının cereyan ettiği günlere gidiyoruz. Rus ordusu 160 bin asker ve 189 topla Kafkas cephesine hücum etmektedir. Buna karşılık ordumuzun asker mevcudu 60 bindir. Silah ve cephane de Ruslarınkinden çok çok azdır... Doğu Beyazıt'tan Batum'a kadar uzanan 340 kilometrelik cephe boyunca ordumuz, Müşir Katırcıoğlu Ahmed Muhtar Paşa'nın kumandası altında düşmanla amansız bir mücadeleye girişmiştir. Düşmanın kalabalık oluşuna, silah üstünlüğüne aldıran yoktur. Lâkin ağır kış şartları askerlerimizi yıpratmaktadır. Moskof ordularının hedefi Erzurum şehridir. Burası ele geçirildiği takdirde Doğu Anadolunun bütünüyle ele geçirileceğine inanmaktadırlar. Düşmanın bütün hücumları kahraman askerlerimizin göğsüne çarpıp erimektedir. Mertlikle galebe çalamayacağını anlayan düşman hileye başvurur. Tabyaları baskınlarla ele geçirmeyi planlar. Bunun için de Türkçeyi ana dilleri gibi konuşan Ermenilerin yardımıyla ve onlann kılavuzluğu altında 9 Kasım 1877'de Aziziye tabyasına, saldınp nöbetçileri şehit ederler. Durum anlaşılınca tabyada boğaz boğaza bir muharebe başlar. Düşmanın siperlerimize hücum edip, tabyalarımıza girdiği haber; Erzurum'da bomba gibi patlar. Müezzinler minarelerden durumu haber vererek, herkesi cihada davet ederler. Bütün Erzurumlular kadın, erkek ellerine ne geçirdilerse alarak Aziziye tabyasına koşuşmaya başlarlar. Haberi duyan henüz yirmi yaşlarında olan Nene Hatun kundaktaki kız çocuğunu ve biraz büyükçe oğlunu "Sizleri Allah"a ısmarladım yavrularım" diyerek bağrına basmış, onları öptükten sonra eline et satırını alarak cepheye koşmuştur. Nene Hatun'un evinde başkaca kimse yoktur. Cepheden ağır yaralı gelen kardeşi Hasan bir gün önce şehid olmuştur. Kocası cephede düşmanla vuruşmaktadır... Aziziye tabyasına ulaşan Nene Hatun bacılarıyla, kardeşleriyle birlikte düşmanın üzerine atılır. Haberi duyar duymaz koşuşan Erzurumluların elinde sopa, taş, kazma, kürek ve yaralayıcı, öldürücü ev âletleri ve bir de dillerinde, kalplerinden kopup gelen "Allah Allah" sadâsı vardır. Ahirete inananlar şehâdeti en yüce mertebe bilmenin heyecaniyle cansiperane vuruşmaktadırlar. Nene Hatun'un elindeki et satın düşman askerlerinin kafalarına yıldırım gibi inmektedir. Bir yandan da "vurun kardaşlarım, vurun bacılarım, kâfirlere aman vermeyin" diye haykıran Nene Hatun'un bu kahramanlığını gören Erzurumlular coşmuştur. Neticede Aziziye tabyasındaki düşman bütünüyle imha edilmiş ve tabya düşmandan geri alınmıştır. Yüzlerce şehit veren Erzurumluların bu cihetten gönülleri yaralı, fakat düşmanı defettikleri için kalpleri ferahtır... Aziziye tabyasının geri alınmasında canla başla çalışan Nene Hatun bir semboldür. Müslüman kadınların yeri geldiklerinde nasıl kahraman kesileceklerine bir örnektir... O hayatı boyunca bu hâdiseden fazlaca bahsetmemiş, bahsi geldiğinde, "Biz ne yaptık ki, bizim yaptığımız ne ki yavrularım..." diyerek Anadolu insanının engin tevazuunu nur yüzüne peçe yapmıştır... O, ne yapmışsa rıza-ı İlâhi için yapmıştır. Bu yüzdendir ki kendisinden ve gösterdiği fedakârlıktan bahsetmemiştir. 1857'de Erzurum'da doğan Nene Hatun 22 Mayıs 1955'te Hakkın rahmetine kavuşmuştur |
| ||||||
Avrupalılarla güreşmeyi cihad kabul eden cihan şampiyonu pehlivan Pehlivanlarımızın dünyaya nam saldıkları 19. asırdayız. Henüz yürümeye başladığı andan itibaren akranlarıyla kapışarak pehlivanlığa ilk adımı atan yiğitlerimiz, büyüdükçe ustaların nezareti altında güreş dersi alarak er meydanına hazırlanmaktadırlar. Devrin hâkim havası altında, sağlam bir dinî ve millî kültür alan pehlivanlar, mertlik, yiğitlik, pehlivanlık yarışıı yapmayı en büyük zevk kabul etmektedirler. Devrin insanlarının en büyük eğlencesi de bu yiğitlerin güreşlerini seyretmektir. Asırlardır harp meydanlarında gayr-i müslimlerle karşılaşmış yiğitlerimiz, ilk defa 19. asırda, sulh zamanında "diyar-ı firengistan"da gayr-ı müslim pehlivanlarla karşılaşmışlardır. Avrupa ve Amerika'da güreşerek dünyaya nam salan pehlivanlarımızın en meşhuru Koca Yusuf tur. Gelmiş geçmiş en meşhur pehlivanlarımızdan olan Koca Yusuf, ulemâların "darül harp"te güreş tutmanın ve müslümanların maddeten de güçlü olduklarını isbat etmenin de bir cihad olduğu yolunda beyanları üzerine Avrupa ve Amerika'ya itmiş oralardaki bütün meşhur pehlivanların sırtını yere vurarak cihan pehlivanı unvanını almıştır. Evlâd-ı fâtihan'dan olan Koca Yusuf 1865'te Deliorman'ın Şumla köyünde dünyaya gelmiştir. Çocukluğundan itibaren güreşe merak salan Yusuf on altı yaşında ayağına kisbet geçirerek er meydanında boy göstermeye başlamıştır. Yusuf, çevikliği, kuvveti, ustalığı yanı sıra; açık sözlülüğü, mertliği ve İslâm'ı yaşamadaki hassasiyetiyle de dikkatleri çekmektedir. Yirmi yaşına geldiğinde kendisine antreman verecek pehlivan bulamayan Koca Yusuf çoğu vakit tek başına çalışmaktadır. Yusuf, koca koca kütükleri kaldırmakta, bu kütükleri kucağına alarak taşımaktadır. Her gün yüksek dağlara inip çıkan, koşan, temiz havayı ciğerlerine dolduran Yusuf, duvar idmanı yapmakta, çamur yoğurarak parmaklarını ve bileklerini kuvvetlendirmektedir. Koca Yusuf yirmi yaşında iken 1885 yılında, 26 senedir Kırkpınar Başpehlivanlığını elinde bulunduran Aliço ile berabere kalmış, Aliço da sonrasında Koca Yusuf un "başpehlivanlığa" layık bir yiğit olduğunu kabul ederek başpehlivanlığı devretmiştir. Bu tarihten itibaren Yusuf Türkiye'nin başpehlivanıdır. Karşısına çıkan hiçbir pehlivan kendisinden bu unvanı almaya muvaffak olamamışdır. Devrin meşhur pehlivanları; Adalı Halil, Kara Ahmet, Katrancı, Karagöz Ali, Memiş, Filiz Nurullah, Kurtdereli Mehmet ve Hergeleci İbrahim Koca Yusuf la kapışmışlar, hepsi de Yusuf un kendilerinden üstün pehlivan olduğunu kabul etmişlerdir... Er meydanında kıran kırana güreş yapılmaktadır. Zamana sınırlama yoktur. Mesala 1890'da Koca Yusufla Adalı beş saat güreşmişler, fakat herhangi bir netice alamamışlardır. Türkiye'nin en kuvvetli adamı kabul edilen Yusuf, Fransız sirk cambazı Doublier'in dikkatini çeker ve Yusuf u Avrupa'ya götürerek güreştirmek bu sayede para kazanmak ister. Meseleyi Koca Yusuf a açtığında ilk başlarda kabul etmeyen Yusuf, bilahare parayı pulu aklına getirmeden, sadece "keferelerin sırtını yere vurmak" ve Müslümanların maddî kuvvet bakımından da üstün olduklarını isbatlamak için Avrupa'ya gitmeğe razı olur. Avrupalılar o devirde serbest güreşin yabancısı olduğundan Koca Yusuf Greko Romen güreşi dersi alır. 1895'te Fransa'ya gider. Yusuf, antremanda bile olsa içerisinde yenişme olmayan güreşi kabul etmemekte, karşısındaki rakibini tutar tutmaz yere sermektedir. Fransa'ya giden Yusufun nâmı kısa zamanda bütün Fransa'da duyulmaya başlamıştır. Yusuf peşpeşe yaptığı güreşlerde rakiplerini bir dakika bile beklemeden tuş yapmaktadır. Fransa'nın meşhur güreşçileri, Fenelon, Furnier, Dumont, Pol Pons, Sabes ve Feliks Bernard'ı Fransızları hayrette düşürecek kadar kısa zamanda yener. Mesela Dünya şampiyonu diye tanınan Sabes'i dört saniyede tuş eder. Yusufun rakiplerini nasıl yendiğini anlamaya bile vakit bulamayan seyirciler güreşlerin uzatılmasını istemektedirler. Yusuf ise böyle bir teklifi şiddetle reddetmektedir. Menejerleri Yusuftan yavaş güreşmesini rica ederler. Yusuf bu teklifi kabul eder. Fakat Yusuf rakipleriyle bir-iki dakika oynadıktan sonra kâfi bulmakta ve sırtlarım yere vurmaktadır. Çaresiz kalan organizatörler Yusufun karşısına peş peşe iki güreşçi çıkarırlar ve iki güreşçinin yirmi dakika dayanması halinde büyük para vadederler. Ne varki Yusuf kendisiyle peş peşe güreşen Gambier ve Raul gibi meşhur güreşçileri de yirmi dakika dolmadan tuş yapıverir. Yusuf, karşısına çıkan mağrur Rum Pierri ve İngiliz Tom Cannon'u da kısa zamanda tuş eder. Avrupalı organizatörler, bu müthiş pehlivanı ancak bir Müslüman pehlivanının yenebileceğine kanaat getirerek Türkiye'den Hergeleci İbrahim'i getirirler. Fransa'da karşı karşıya gelen Koca Yusuf la Hergeleci Avrupalıları hayrette bırakan müthiş bir güreş sergilerler. Anlaşmalarına göre güreş Türkiye'deki gibi serbest ve kıran kırana olacaktır. Güreş süratle devam ederken Yusuf, Hergeleci'ye boyunduruk takar, Hergelecinin burnundan kan akmağa başlar. Telaşlanan hakemler güreşi durdurup Hergeleci'ye bir şikayeti olup olmadığını sorarlar. Şaşıran Hergeleci burnundan devamlı akan kana aldırış etmeksizin; "Neden ola ki? İşte pekâla güreşip duruyoruz." der. Oynaş güreşe alışmış Avrupalıların şaşkın bakışları arasında bir nara savuran Koca Yusuf bu defa Hergeleciyi Kurt kapanına alır. Hergeleci'nin boğulduğunu zanneden seyirciler telaşlanırlar, kadınlar bağrışmayâ, ağlaşmaya başlar. Jüri heyeti ayrılmalarını ister. Yusuf aldırış etmez. Birkaç kişi Yusufu çeker yine de ayıramazlar. Bu defa sopalarla, bastonlarla Yusufun sırtına, kafasına vurmağa başlarlar. Netice'de ayrılan pehlivanlar berabere ilan edilir. Her iki pehlivanımız da neticeden memnun değildir. Yusuf; "Ne güzel güreşiyorduk" derken Hergeleci; "Bizde erkek güleşir, kadın ağlar; ama asla güreşi bırakın demez." ifadeleriyle kırgınlığını ortaya koymaktadır. Fransızlar Yusufu yendirmek için Amerika'dan zincirkıran lakaplı Leitner'i getirtirler. Ne var ki Yusuf Leitner'i de kısa zamanda tuş ediverir. Fransa'da karşısına çıkacak rakip bulamayan Yusuf sıkılmağa başlar. Onu en fazla organizatörlerin davranışları üzmektedir. Yusufun paraya pula metelik vermediğini bilen organizatörler onun sırtından büyük servetler elde ederken Yusuf a çok az pay vermektedirler. Yusuf buna da aldırış etmez. Fakat inancına göz dikilmesi Yusuf u çileden çıkarır. Güreşirken tesettüre riayet eden ve diz kapaklarını örten şortla güreş tutan Yusuf hususi hayatında da dinî inançlarına son derece bağlıdır. Namazlarını düzenli olarak kılmaktadır. Yemeklerinin piştiği kaplarda daha önce domuz yağı ve etiyle yemek pişmiş olması ihtimalini göz önünde bulunduran Yusuf önceden bu kaplan iyice yıkatmakta ve yemeklerin pişmesine bizzat nezaret etmektedir. Yusufun sırtından para kazanan Fransız Doublier sırf Yusufun inancıyla alay etmek için bir gün yemeğine domuz eti karıştırır. Bunu farkeden Yusuf, Doublier'i haklamak ister. Durumu farkeden Fransız kaçar. Ahlaksızlıktan tiksinen Yusuf, hele inancına karşı yapılan bu hakarete tahammül edemiyerek yapılan bütün teklifleri reddederek Fransa'da güreş yapmak istemez. Yusufun davranışları hayretle karşılanmaktadır. İngiliz Torna Cannon, "Meğer sizin Yusufun ahlakı da gövdesinin kuvveti kadar yamanmış" demektedir. Fransa'daki ve civardan gelen bütün meşhur güreşçileri yenen Yusuf kendisine yapılan teklifi kabul ederek Amerika'ya gider. Koca Yusuf Amerika'da Amerikan basını Koca Yusufun gelişine büyük ehemmiyet vermiş ve yaptıkları neşriyatlarla Yusufu methetmişlerdir. Gazeteler aynı zamanda Yusufun meydan okumasına cevap vermeyen Amerika'lı güreşçilerle de alay etmektedir. "Güreş âleminin İskender'i, Napolyon'u geldi" diyen Amerikan basını Yusuf tan şöyle bahsetmektedir: "Tırnağının ucuna kadar namuslu bir adam ve ne miktar olursa olsun para onu satın alıp cambazlık yaptıramaz." "Bizim sporculara pek tuhaf gelecek bir gerçek var. Bu Türk paraya hiç önem vermiyor." "Yusuf geldi. Güreş etmek istiyor ve isteğinde gayet samimi. Parasını da yatırdı. Gelgelelim karşısına çıkacak Amerikalı bulunmuyor. Bundan çıkan mânâ bizimkilerin müthiş ziyaretçinin kuvvetinden ürktükleridir." "Müthiş Türk Yusuf, maçlarını Nev York'a gelmeden evvel ayarlamadığı ve güreş etmek istediğini uluorta söylediği için hata etmiştir. Böyle bir açıklama Amerikalı güreşçileri paniğe uğratmak için kâfiydi. Anlaşıldığına göre, şimdiye kadar şampiyonuz diye poz veren adamlar, Türk bu memlekette kaldıkça meydana çıkmayacaklar." Güreşmek ümidiyle Amerika'ya gelen Yusuf her sabah organizatörlere; "Bugün güreşecek miyim" diye sormaktadır. Yusufun karşısına çıkacak güreşçi bulamayan organizatörler nihayet akıllarınca bir çare bulurlar. Yusufun karşısına peş peşe beş güreşçi çıkacaktır. Ne var ki, Yusuf birincisinin sırtını yere serince diğer dört güreşçi, mindere çıkmaktan vazgeçerek organizatörleri hayal kırıklığına uğratırlar. Bir diğer çare olarak Yusuf a beş dakika dayanana yüz dolar vaadedilir. Bu da netice vermez. Çünkü hiçbir güreşçi Yusufun karşısında beş dakika dayanamamaktadır. Yusuf kendisine meydan okuyan, "Amerikan şampiyonu" unvanlı Robert'le güreşir. Ancak iki dakika boyunca Yusufun eline geçmemek için devamlı kaçan Robert yakalanacağını anlayınca minderden aşağı atlar. Çok kızan Yusuf salonda bulunan on bin kişiyi kendisiyle güreşe davet eder. Müteakip güreşinde Yusuf Robert'i perişan ederek yener. Yusufun Amerika'daki meşhur güreşlerinden birisi de John F.Mc.Cormick ile yaptığı güreştir. Anlaşmaya göre Yusuf Mc.Cormick'i bir saat içerisinde üç defa tuş yapacak, yapamadığı takdirde mağlup sayılacaktır. Güreş başladıktan yedi dakika sonra Yusuf üç tuşu da yapmıştır... 1898'de Amerika'da fırtına gibi esen Yusuf Amerika turuna çıkar ve her gittiği yerde rakiplerini perişan eder. Zaman olur 41 derece ateşle güreşir. Yusuf kendisine meydan okuyan ve esip savuran Rum Heraklides'i perişan eder. Rumla yaptığı güreşlerin birincisinde 47 saniyede, ikincisinde ise 23 saniyede tuş yaparak Rum'un mağrur burnunu yere sürter. Yusuf Amerika'da son maçını serbest güreş dünya şampiyonu Lewis ile yapmıştır. Chicago'da yapılan güreşte Lewis'i üst üste iki defa yenmiştir. Yaptığı bütün karşılaşmalarda, dininin, vatanının, milletinin şânını düşünen Yusuf devamlı galip gelmiştir. Avrupalılar kendisine "yenilmez Türk" ünvanını takmışlardır. Yusufun gözünde kazandığı paraların ehemmiyeti yoktur. O artık vatanını, ailesini özlemiştir. Yusuf kalan ömrünün iki çocuğu ve ailesiyle birlikte, Eyüb Sultan civannda alacağı bahçeli bir evde ibadet yaparak geçirmek istemektedir. Vatan hasretine dayanamayan Yusuf New York'tan 21 Mayıs 1898'de Fransız bandıralı da Bourgogne Transatlantiği'ne binerek yola çıkar. Ne var ki ecel onu okyanusta beklemektedir. Bindiği gemi sis yüzünden İrlanda bandıralı Crmartyshire gemisiyle çarpışır. Geminin battığını gören Yusuf abdest alarak iki rekat namaz kılar. Daha sonra bir filikaya binmek üzere denize atlar. Ne var ki can telaşına düşen tayfalar ve yolcular Yusufun binmesiyle filikanın batacağından ürkerek onun filikaya binmesini engellerler. Yusufun mengene gibi kayığın kenarına yapışan elini kürek darbeleriyle sökemeyince balta ile bileklerini keserler. Bunun üzerine Yusuf 5 Haziran 1898'de boğularak ruhunu Rahmân'a teslim eder |
10 Şubat 2018 Cumartesi
![]() |
OSMANLI İMPARATORLUĞU Kuruluş Tarihi: 1299 Yıkılış Tarihi: 1922 Kurucusu: Osman Gâzi Başkenti: Söğüt, Bursa, Edirne, İstanbul Dili: Osmanlı Türkçesi Devlet Başkanı: Sultan Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu Anadolu (Türkiye) Selçuklularının 1308 yılında ortadan kalkmasıyla beraber, özellikle Batı Anadolu’daki beylikler arasında, Türk birliğini yeniden tesis etmeyi amaçlayan mücadeleler kızışmış idi. İşte bu mücadelelerin neticesinde Anadolu’da Osmanoğulları nın yıldızı parlayacak ve altı yüz yılı aşan muhteşem bir Türk devletine tarih tanıklık edecektir. Osmanoğullarının Menşe’i: Tarihi kaynaklara göre Osmanlı İmparatorluğu’nu kuranlar, Oğuzların 24 boyundan biri olan Kayı boyuna mensuptur. Oğuz an’anesine göre Kayılar, sağ kolda yer alan Bozokların Günhan kolunun en büyük boyudur. Dolayısıyla Oğuz teşkilât yapısında Kayılar, hakim unsurdur. Bundan dolayı Dede Korkut’ta “Hâkimiyet bir gün Kayı’ya değe; bu dediğim Osman neslidir” denilerek Osmanoğullarının hâkimiyeti meşrulaştırılır. Kayılar, Malazgirt Meydan Savaşı’nın hemen akabinde Anadolu’ya gelen Oğuz boylarındandır. Dolayısıyla onların Anadolu coğrafyası içerisinde yurt tutmaya yönelik göç hareketleri hem Anadolu’nun Türkleşmesi hem de Türkiye tarihinin şekillenmesi bakımından oldukça önemlidir. Tarihî kaynaklara göre elli bin kadar Tatar ve Türkmen gaza ve cihat maksadıyla önce Erzurum ve Erzincan’a, ardından da Artuklu sahasında yer alan Güneydoğu Anadolu’ya yönelmişlerdi. Kayı boyunun beyi Süleyman Şah, Halep’e giderken Fırat’ta boğulmuş ve “Türk Mezarı” da denilen Caber Kalesi’nde defnedilmiştir. Beylerini kaybeden “göçer evli”lerin bir kısmı, bugünkü Urfa-Viranşehir ve Mardin-Derik kazaları arasında bulunan Beriyye’ye gitmiş bir kısmı ise Anadolu’ya dağılmıştır. Bu sahalar, Kayı boyuna mensup Karakeçililer’in günümüzde de yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdir. Babasının ölümü üzerine dört yüz kadar göçer evli ile bölgeyi terk eden Ertuğrul Gâzi önce Pasin Ovası’na, Sürmeliçukuru’na varıp bir müddet burada kalmış, sonra Selçuklu Hükümdarı Sultan Alaaddin’in çağrısı üzerine Adıyaman ve ardından Ankara civarına gelmiştir. Yaklaşan Moğol tehlikesi ve uçları basan Bizans’a karşı yardımını gördüğü Ertuğrul Gâzi liderliğindeki Kayıları Ankara civarındaki Karacadağ’a konduran Sultan Alaaddin, Rumlara karşı Sultanönü (Eskişehir)’nde kazanılan zaferde, ordusunun akıncılığını üstlenen Ertuğrul Gâzi’ye Söğüt, Domaniç ve Ermeni Beli’ni yaylak ve kışlak olarak tahsis etmiştir. Ertuğrul Gâzi’nin vefatı üzerine (1281 veya 1288), küçük oğlu Osman Bey, Kayıların başına geçmiştir. Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla başa geçtikten sonra, siyasî ve dinî bakımdan Anadolu’nun en itibarlı ve nüfuzlu tarikatlarından Ahilerin mühim bir şahsiyeti olan Şeyh Edebali’nin kızı ile evlenerek, gücünü artırmış, bundan sonra da Osman Gâzi, Bizans’a karşı genişleme politikasını uygulamıştır. Osman Gâzi (1299-1326) 1299 Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu 1300 Yondhisar ve Yenişehir kalelerin fethi 1302 Koyunhisar zaferi 1302 Köprühisar fethi 1303 İznik kuşatması 1303 Marmaracık Kalesi’nin fethi 1306 Dinboz Zaferi sonucunda Kestel, Kete ve Ulubat kalelerinin fethi 1306 İlk askeri antlaşma (Ulubat tekfuruyla) 1307 İznik’in sıkıştırılması ve Yalova akını 1308 İmralı Adası’nın fethi ve Osmanlıların Marmara Adası’na dayanmaları 1308 Koçhisar fethi 1313 Harmankaya Tekfuru Köse Mihail’in Müslüman olması, kalesi ve taraftarları ile birlikte Osmanlılara katılması Orhan Gâzi (1326-1360) 1326 Orhan Gâzi’nin tahta geçişi 1326 Bursa’nın Osmanlılar tarafından alınışı 1331 İznik’in Osmanlılar tarafından alınışı 1331 İlk Osmanlı medresesinin İznik’te Orhan Gâzi tarafından kurulması 1334 Karesi Beyliği’nin ilhakı 1337 Kocaeli bölgesinin Osmanlılar tarafından alınışı 1346 Orhan Gâzi’nin Kantakuzenos’un kızı ile evliliği ve Bizans ile ittifakı 1349-1352 Bizans’a yardım için Süleyman Paşa’nın Rumeli’ye geçişi ve Çimpe Kalesi’nin Osmanlılar tarafından üs olarak alınışı 1352 Osmanlılar’ın Cenevizliler’e Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapma imtiyazı vermeleri 1354 Gelibolu’nun Osmanlılar tarafından alınışı Sultan I.Murad (Hüdâvendigar) (1362-1389) 1362 Orhan Gâzi’nin vefatı ve I. Murat’ın tahta çıkışı 1362 İlk müzikli spor gösterisi: Edirne Kırkpınar yağlı güreşleri 1362 Kadıaskerliğin teşkili 1363 Pençik Kanununun çıkışı 1364 Sırpsındığı Savaşı Sırpsındığı Savaşı Sırp Sındığı Savaşı, 1364 yılında, 20.000 Sırp, Macar, Bulgar ve Eflaklıdan oluşan Haçlı İttifakı’nın, Osmanlılar’ı Balkanlar’dan atmak için başlattıkları bir savaştır. Osmanlıların Edirne’yi 1362de ele geçirdikleri zaman Konstantinopolis’ten Avrupa’ya giden stratejik ana yol kesilmişti. Türk göçmenler çok sayıda ve çok hızla Trakya’ya yerleşmeye başlamışlardı. Osmanlıların 1363de Filibe (şimdi Plovdiv)’i ele geçirmeleri sırasında kaçan ve Sırbistan’a sığınan Bizans kumandanı Osmanlılar üzerine yürünmesini devamlı olarak tavsiyede bulunuyordu. Balkanlarda bulunan Hıristiyan devletler olan Macar ve Sırp kralıkları ile Eflâk ve Bosna prenslikleri birleşik olarak bir Haçlı seferi yapmaya karar verdiler ve Osmanlı Devleti’ne karşı ilk kez Haçlı ittifakı oluşturuldu. 1364 yazında Macar Kıralı I. Layoş, Prilep bölgesinin Sırp kökenli beyi Vukašin Mrnjavčević, İvan Ugleşa, Eflak Prensi ve Bosna Prensi idaresindeki birliklerden oluşan 20.000 kişilik bir Haçlı ordusu kurulup Macaristan Kralı Layoş komutasında Edirne üzerine yürümeye başladı. Trakya’daki Osmanlı birlikleri Lala Şahin Paşa idaresinde olup 12.000’i geçmiyordu. Osmanlı hükümdarı olan Murad Bey Karabiga kalesini ellerinde bulduran, kendilerini Anadolu’ya getirten Bizanslılara isyan etmiş Katalan Paralı Asker Birliği kalıntıları ile uğraşmaktaydı. Murad Bey Lala Şahin Paşa’ya Haçlı ordusunun ilerleyişini yavaşlatma emri vermişti. Lala Şahin Paşa ise Hacı İlbeyi emrine 10.000 kişilik akıncı birliği verip Haçlı ordusunun Meriç Irmağı’ni geçişini durdurmakla görevlendirmişti. Fakat Haçlı ordusu Meriç Nehrini İslimye’de geçmiş ve Edirne’ye iki günlük rahat yürüyüşle gidilebilecek mesafede olan bir mevkide Meriç Irmağı kıyısında kampa girmiş ve Edirne hemen ellerine geçeceğini umarak rahatlarına bakmaya düşmüşlerdi. 26 Eylül 1364 gecesi Hacı İlbeyi komutasındaki daha çok hafif süvari, akıncı, şeklinde olan Osmanlı kuvvetleri gece karanlığından yararlanarak Meriç Irmağı’nı çevreleyen bataklıkları aşarak Haçlı kampına saldırdı. Bu gece saldırışını beklemeyen çoğu uykuda veya akşamki eğlenceleri dolayısıyla içkili olan Haçlı ittifakı askerlerinin çoğu geldikleri yola doğru kaçıp çekilmeye çalıştılar. Fakat bu geri çekilme bir paniğe dönüştü. Birçoğu sel suları ile yüklü geniş ve derin Meriç Irmağı’nı yüzerek karşı tarafa geçmek isterken boğuldu. Binlerce boğulan Haçlı askerleri arasında Haçlı ordusu komutanlarından Prilep hükümdarı Valkaşin’de bulunuyordu. Sırp Sındığı Savaşı’nın kazanılmasıyla, Edirne ve Batı Trakya, Osmanlı için daha güvenli hale geldi. Meriç Irmağı, Osmanlı kontrolüne geçti. Balkanlardaki Macar üstünlüğü kırıldı. Bulgaristan vergiye bağlandı. Osmanlı ilk kez Haçlı ordusunu yendi. Balkanlara geçiş kolaylaştı. 1366 Gelibolu’nun Osmanlıların elinden çıkışı 1371 Çirmen Savaşı Çirmen Savaşı 26 Eylül 1371 Çirmen Savaşı, 1364 yılında yapılmış olan Sırpsındığı Savaşı’nın intikamını almak isteyen Sırplar ile Osmanlılar arasında yapılmıştır. Çirmen mevkiinde yapılan savaş, Osmanlı Devleti’nin zaferi ile sonuçlandı. Bu zafer ile Osmanlılara Makedonya’nın yolları açıldı. Makedonya’daki Sırp Prensleri, Bulgar Kralı ve Bizans İmparatoru Osmanlı hakimiyetini tanıdılar. Böylece Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki fetihleri kolaylaştı. Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki ilerleyişi hız kazanmış oldu 1376 Bulgar Krallığı’nın Osmanlı hakimiyetini kabulü 1377 Gelibolu’nun Osmanlılar’a iadesi 1385-1386 Niş ve Sofya’nın Osmanlılar tarafından alınışı 1388 Ploşnik Savaşı ve Balkan ittifakının teşekkülü 1389 I. Kosova Savaşı I.Kosova Savaşı I. Kosova Savaşı veya Birinci Kosova Meydan Muharebesi (28 Haziran 1389) Sultan I. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandanı Lazar önderliğindeki bir Balkan ordusu arasında yapılmış bir muharebedir. Osmanlılar’ın Balkanlar’daki ilerlemeleri ve Sofya, Niş, Manastır gibi önemli yerleri ele geçirmeleri Haçlı Seferi’nin düzenlenmesine sebep olmuştu. Vezir Çandarlı Ali Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, önce Bulgarları etkisiz hale getirdi. Osmanlı Ordusu ilerlerken Kosova’da Haçlılar ile karşılaştı.Haçlı ordusu Sultan Murat Hüdavendigar’ın okçu piyadeleri ile Sırp atlı süvarileri arasında ki muharebede, Sırp öncü süvarilerinin önce oklanarak kendilerinin ya da atlarının vurulması ile başlamış, daha sonra Osmanlı Piyadelerinin kılıçlarını çekerek bozulan Sırpları gün batımına kadar süren bir meydan muharebesinden sonra bölgede tarih sayfalarından silerek yüzyıllar sürecek olan Osmanlı Hakimiyetini yerleştirmiştir. Savaş bazı kaynaklarca iddia edildiği gibi top kullanılarak kazanılmamıştır. Çünkü o tarihlerde Osmanlı Devletinde kurulmuş bir topçu ocağı bulunmuyordu. İki tarafın da büyük kayıp verdiği bu muharebe sonrasında I. Murat “Allah bana bir daha böyle zafer göstermesin” demiştir. Savaş sonunda bir Sırp soylusu Sultanın elini öpüp Müslüman olmak istediğini belirterek I. Murat’a yaklaşmış ve onu ani bir hamleyle hançerleyerek şehit etmiştir. Şehadetinden sonra Hüdâvendigar lakabının verildiği sultanın iç organları orada gömülmüş, geriye kalan naaşı Bursa’ya götürülerek orada defnedilmiştir. Bunun da etkisiyle I. Kosova Savaşı tarihte Sırp milliyetçiliğinin ilk yeşerdiği ve bugün Sırpların çok önem verdiği bir muharebedir. Sultan I.Bayezid (Yıldırım) (1389-1402) 1389 I. Murat’ın ölümü, Yıldırım Bayezid’in tahta geçişi 1390 Aydın-Saruhan-Germiyan-Menteşe beyliklerinin ilhakı 1390 Karaman Seferi, Konya’nın kuşatılması 1390 Gelibolu tersanesi’nin inşası 1391 İstanbul’un kuşatılması 1395 Yıldırım’ın Anadolu Hisarı’nı yaptırması İstanbul Kuşatması Yıldırım Bayezid, Anadolu’daki seferlerle meşgul olduğu sırada Bizanslılar, bu durumdan istifade ile bazı tedbirler almaya başladılar. Bu meyanda Bizans İmparatoru loannis, ayağındaki ağrılara ve yatalak bir halde bulunmasına rağmen, İstanbul surları ile kulelerinin bazı yerlerini tamir ettirmeye başladı. Bu durumdan haberdar olan Yıldırım Bayezid, bu harekete çok sert bir tepki göstererek tamir ettirilen yerlerin derhal yıkılmasını ister. İmparator, Yıldırım’ın yanında bulunan ve tahtın yegâne varisi olan Manüel’i düşünerek tamir edip yaptırdığı yerleri tekrar yıktırır. Ancak İmparator, surların yıktırılmasından kısa bir müddet sonra ölünce, Osmanlılarla birlikte Anadolu seferlerine iştirak eden ve Bursa’da bulunan Manuel, bir yolunu bularak Bursa’dan kaçıp İstanbul’a gelir ve babasının yerine tahta oturur. Âdet olduğu üzere, babasının matem günlerini geçirdikten sonra Bayezid’ın kendisine ve şehre karsı takındığı tavrı düşünmeye baslar. Bayezid, yeni imparatordan (II. Manuel) vergi artırımı, İstanbul’da bir Müslüman mahallesinin kurulması ve bir cami inşası ile bir kadı tayin etmesini ister. Bizans tarihçisi Dukas bu konuyu su ifadelerle dile getirir: “Bayezid, İmparator Manüel’e elçiler göndererek, İstanbul içerisinde Türklerin “kadı” tabir ettikleri bir hâkimin devamlı olarak bulunmasını arzu ettiğini bildirdi. Bu kadı, İstanbul’da ticaretle iştigal eden veya o maksatla oraya gidecek olan Müslümanlar arasında meydana çıkacak olan muamelat ve ihtilafları muhakeme ve hâlla faal edecekti. Bayezid, Müslümanların gâvur mahkemesinde muhakeme olunmalarının caiz olmadığını, Müslüman, kendi hâkiminin muhakeme etmesi icaba ettiğini, iftiralar ve haksızlıkları, daha birçok şeylerle beraber bildirmiş, nihayet sunu da ilave etmişti: “Sana eme ettiklerimi yapmak ve taleplerimi yerine getirmek istemezsen, kapıları kapa ve şehrin içinde hükümdarlığını yap. Hariçte bulunan her yer ve her şey kâmilen benim olacaktır.” Yıldırım’ın bu talebi reddedilince, İstanbul’u teslim almak için uzaktan muhasaraya başladı. 1391 senesinde başlayan bu tazyik sonucunda Bayezid, İstanbul surlarına kadar olan bütün Bizans köylerini muhasaraya başladı. Bu kuşatma sonunda Manuel, İstanbul’da birkaç yüz ev ile cami ve mahkemesi olan bir Müslüman mahallesinin kurulmasını ve Haliç’in kuzey tarafında bir Türk garnizonunun bulunmasını kabul etti. Ayrıca her sene Osmanlılara vermekte olduğu vergiyi de artırdı. 1396 Niğbolu Savaşı Niğbolu Savaşı Niğbolu önünde Osmanlı ve Haçlı orduları arasında, 25 Eylül 1396 tarihinde yapılan meydan savaşı. Niğbolu önünde Osmanlı ve Osmanlı Devleti’nin Avrupa kıt’asındaki fetihleri, başta Papa olmak üzere bütün Hıristiyan devletlerini telaşlandırıyordu. Osmanlı Devleti, Bulgaristan ve Sırbistan’ı fethederek, Tuna boylarına ve Macar Krallığı hudutlarına dayanmıştı. Osmanlı Devleti’nin, Avrupa kıtasındaki fetihleri, başta Papa olmak üzere bütün Hıristiyan devletlerini telaşlandırıyordu. Osmanlı Devleti, Bulgaristan ve Sırbistan’ı fethederek, Tuna boylarına ve Macar Krallığı hudutlarına dayanmıştı. Doğu Hıristiyanlığının temsilcisi Bizans Kayserliği küçültülüp, İstanbul ve çevresi surların içine sıkıştırılarak, Anadolu ve Trakya’dan kuşatılmış vaziyetteydi. Osmanlı akıncılarının, Bosna ve Arnavutluk’a yaptıkları akınlarla fethedilen bölgelere yerleşmeleri, Boyana Nehri ve Drac Limanına doğru yayılmaları, Latinleri ve buralarda nüfuz sahibi Venediklileri de telaşlandırdı. Bundan başka, Ege denizi sahilindeki beylikleri elde ettikten sonra, bu beyliklere mensup korsan gemilerinin faaliyetleri de bu telaşlarını artırıyordu. Ancak, asıl tehlikeyi hisseden, Macarlardı. Kralları Sigismund ile Bizans Kayseri İkinci Manuel’in, Avrupa’dan yardım isteyerek Papa Dokuzuncu Bonifacius’u bir Haçlı seferine davet etmeleri, tahtlarını tehlikede gören kralları, şato, mâlikâne sahibi derebeyleri, Hıristiyan keşiş, papaz ve İslâm hilâlinin Haçlı salîbini ezeceği kuşkusuna kapılanları harekete geçirdi. Bütün Avrupa milletleri silaha sarıldı ve İngiltere ile Fransa arasındaki harbe son verildi. Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Polonya, Bohemya, Avusturya, Macaristan, İtalya, İsviçre, Belçika ve diğer Avrupa memleketlerinden ve Venediklilerle Rodos şövalyelerinden meydana gelen 120.000 kişilik büyük bir ehl-i salîb (Haçlı) ordusu toplandı. Harekete geçen Haçlılar, Macaristan’dan itibaren iki kola ayrıldı. Macar kralı Sigismund’un idaresindeki asıl büyük kol, önce Sırbistan istikametinde yürüyerek Tuna Vadisine ulaştı ve nehrin sol sahilini takip ederek Osmanlı toprağına girdi. Sonra Tuna’yı geçerek Vidin, Orsava ve Rahova şehirlerini zaptederek, buralardaki Türkleri kılıçtan geçirdiler. Sonra da Niğbolu önüne geldiler. Nevers kontu Jan’ın idaresindeki Fransızlar, Budin’den sonra Erdel üzerinden Eflak’a geçerek, Eflak voyvodası ile birlikte Niğbolu’da diğer kuvvetlerle birleşti. Haçlılar ilerlerken, Katoliklik taassubuyla, Balkanların Ortodoks Hıristiyanlarını da öldürüp mallarını yağma ettiler. Osmanlıların müsamahalı idaresine bağlanan Balkanların yerli Hıristiyan ahalisi; can, mal, ırz tecavüzüne uğrayarak, çok zarar gördü. Niğbolu’ya gelen Haçlılar, Osmanlı kumandanlarından Doğan Beyin muhafızlığındaki Niğbolu Kalesini, karadan ve nehirden kuşattılar. Niğbolu Kuşatmasının on altıncı gününe kadar, Sultan Bayezid Han (Yıldırım) ve Osmanlı ordusunun görünmemesi, Haçlıları ümitlendirdi. Macar Kralı Sigismund, burada ünlü şövalyeler, prensler ve seçme askerlerine verdiği zafer ziyafetinde, Suriye’nin işgaliyle birlikte Kudüs’ün alınmasından bahsediyordu. Öte yandan Avrupa’daki Haçlı hazırlıklarını öğrenip, ordularının, Osmanlı hududunu geçtiklerini haber alan Sultan Bayezid Han ise, İstanbul kuşatmasını tehir ederek, kuvvetlerini Edirne’de topladı. Kara Timurtaş Paşa ile şehzadelerinin kumandasındaki Anadolu askerleri süratle toplanarak Boğazlardan geçip, Edirne’de Padişaha yetiştiler. Rumeli askerleri de Edirne’de Bayezid Hana katılmışlardı. Yıldırım Bayezid Han, adına yakışan bir süratle Tuna boylarına doğru yürüdü. Osmanlı ordusu, Filibe-Şıpka Geçidi yoluyla Niğbolu’ya ilerlerken, Tırnova’da gıda maddeleri tedarik eden Haçlılarla karşılaştı. Bunlar esir alındı. Kaçanlar, Osmanlı ordusunun süratle geldiği haberini ulaştırdılar. Bu beklenmeyen bir durumdu. Mareşal Bubiko, Bayezid Hanın, Tırnova’ya gelebileceğine bir türlü ihtimal veremiyordu. Türklerin harp kabiliyetlerini iyi bilen Kral Sigismund, haberin doğruluğunu tetkik için, ileriye keşif kuvvetleri gönderdi. Bayezid Hanın Gazi Evrenos kumandasındaki öncüleri, Sigismund’un keşif kollarını tesirsiz hâle getirdiler. Osmanlı ordusu, Niğbolu’nun on kilometre kadar güneyine sokuldu. Cephesini kuzeye vererek ordugâh kurdu. Niğbolu’ya yaklaşan Osmanlı ordusu, keşif kollarıyla ovaya yayılmaya başlamıştı. Birdenbire Osmanlı ordusunu karşılarında gören Haçlılar silâhbaşı ettiler. Kral Sigismund, derhal bir harp dîvânı toplayıp muharebe nizamını tespit etti. 25 Eylül 1396 sabahı, Avrupa’nın dört köşesinden toplanmış 120 000 kişilik Haçlı ordusu ile bunun yarısı miktarındaki Osmanlı ordusu karşı karşıya geldikleri zaman, Osmanlı ordusunun harp nizamı şöyleydi: Birinci hatta Saruca Paşa kumandasında hafif piyadeleri teşkil eden azap askerleri, solda şehzâde Süleyman Çelebi kumandasında Rumeli askeri, sağda Şehzâde Mustafa Çelebi ve Anadolu beylerbeyi Kara Timurtaş Paşa kumandasında Anadolu askeri, ortada yeniçeriler vardı. Timarlı sipahiler sağ ve sol yanlara yerleştirilmişti. Sadrazam Ali Paşa, Rumeli beylerbeyi Firuz Bey, Malkoç Bey, sol kanattaki kuvvetlerin arasında bulunuyordu. Ön hatlara piyadeleri koyup, kesin sonucu, atlı askere bırakan Osmanlı harp nizamına mukabil, neticeyi yaya askere yükleyen Haçlı ordusu ise, önde birinci hatta atlı şövalyeler, ikinci hatta Macar kralı, sağ yanda Stefan Laskoviç kumandasında Hırvatlar, solda Voyvoda Mirça kumandasında Ulahlar olmak üzere tertibat almıştı. Ayrıca gerisini Tuna Nehrine ve kuşatmakta olduğu Niğbolu şehrine dayamıştı. İki ordu, bu harp düzeninde karşılaştılar. Fransız süvarileri, muzaffer olmak hissiyle ilk önce taarruz ettiler. Bu taarruz, Sultan Bayezid Hanın kumanda ettiği merkez kuvvetlerine yapıldı. Merkez kuvvetlerinin önündeki hafif yaya askeri olan azapları geçtiler. Yeniçeri askeriyle karşılaştılar. Yeniçerilerin ok yağmuruna tuttuğu Fransız süvarilerinin büyük bir kısmı imha edildi. Sol koldan Şehzâde Mustafa ve Anadolu kuvvetlerinin yandan taarruzuna uğradılarsa da, plan gereğince, Osmanlı merkez kuvvetleri, bir miktar geri alındı. Osmanlı ordusunun geri çekilişi, Fransızların kaybını daha da arttırıp, kurulan kıskacın içine girdiler. Osmanlı harp taktiğini bilen Sigismund’un tavsiyelerini dinlemeyip, daha da ilerlediler. Plan gereğince, üçüncü muharebe hattı da iki kola ayrıldı. Fransızlar, Osmanlıların çekildiği tepeyi işgal edince, zafer kazandıklarını zannettikleri anda, Sultan Bayezid Hanın kumandasında olan pusudaki kuvvetlerle karşılaşınca şaşırdılar. Zafer sarhoşluğu ile yaya olanlar atlarına tekrar binmek istedilerse de, hilâlin kıskacı kapandığından geri dönemediler. Macar Kralı Sigismund’un, müttefiki Fransızları kurtarmak için gönderdiği kuvvetler de kayıp vererek geri çekilmek mecburiyetinde kaldı. Kıskacın içindeki Haçlı kuvvetlerinin karşı koyanları imha edilip, kalanlar esir alındı. Üç saat içinde bütünüyle perişan edilen Haçlıların, en gözde birliklerine sahip Fransızların mağlûbiyeti, diğerlerinin taarruzuna imkân vermedi. Eflak prensi Mirça, muharebe neticesinin Haçlılar için hüsran olacağını tahmin ederek, memleketine çekildi. Karşı taarruza geçen Osmanlı ordusu, süratle Sigismund’un üzerine hücum etti. İhtiyat kuvvetlerini bile muharebeye sokan Macar kralı, Osmanlılar karşısında hiçbir başarı sağlayamıyordu. Sultan Bayezid Han, kesin neticeyi almak için Osmanlı kuvvetlerinin hepsine taarruz emri verdi. Haçlılar, paniğe kapılıp dağıldılar. Kalabalık Haçlı ordusu ile Niğbolu’ya gelmekte iken, ordusunun muazzam sayısına bakarak; “Gök çökecek olsa mızraklarımızla tutarız” diyerek böbürlenen ve Osmanlıya atıp tutan Sigismund, Venedik kadırgasına binerek İstanbul Boğazı-Marmara ve Ege Denizi yoluyla Mora’daki Modon Limanına, sonra da Dalmaçya’da karaya ayak bastı. Oradan memleketine geçti. Haçlılardan, muharebeye katılmayanlar ve kaçanlar, kendilerini Tuna Nehrine atıp boğuldular. Muharebede pek çok asilzâde kumandan ve şövalye esir alındı. Başta Papalık ve Bizans olmak üzere, bütün Hıristiyan âleminin, Osmanlıları Avrupa kıtasından atmak için, olanca imkânlarını seferber ederek hazırladıkları büyük Haçlı ordusu, Sultan Bayezid Hanın karşısında mukavemet bile edememişti. 25 Eylül 1396 tarihinde Niğbolu’da kazanılan zaferle, Osmanlı himayesindeki Vidin-Bulgar Krallığına son verildi. Macaristan’a büyük bir akın yapılarak çok miktarda esir alındı. Haçlılardan alınan pek çok ganimetle, ülkede imar faaliyetleri, sosyal yardım müesseseleri ve sanat eserleri yapıldı. Esirleri önce Edirne’ye, oradan Gelibolu’ya gönderen, sonra da Bursa’ya gelince yanına getirten Sultan Bayezid Han, fidye karşılığı hepsini serbest bıraktı. Esirler arasında bulunan Korkusuz Jean ve arkadaşları, “Bu andan itibaren Yıldırım Bayezid’e karşı gelmeyeceğimize ve ona karşı silâh kullanmayacağımıza namus ve şerefimiz üzerine yemin ederiz” deyince, Bayezid Han; “Bana karşı silâh kullanmayacağınıza dair ettiğiniz yeminleri size iade ediyorum. Gidiniz, yeniden ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz. Bana bir kere daha zafer kazanmak imkânı sağlamış olursunuz. Zîrâ ben, Allahü teâlânın dinini yaymak ve O’nun rızâsına kavuşmak için dünyâya gelmişim” dedi. Niğbolu Zaferi, gönderilen fetihnâmelerle, ülkenin her tarafına, Asya’daki hükümdarlara, Mısır sultanlarına, Irak ve Acem beylerine, Tatar hanına, Bursa kadısına müjdelendi. Mısır’da bulunan Abbasî halifesi, kendisine gönderilen zafernâmeye verdiği cevapta, Bayezid Hana; “Sultan-ı İklim-i Rûm” unvanı ile hitap etti. O günden itibaren, Osmanlı hükümdarlarına sultan denilmesi âdet oldu. 1397-1398 Karaman Beylerbeyliği’nin Osmanlı hakimiyetini kabulü 1398 Kadı Burhaneddin’in ölümü 1398 Karadeniz beyliklerinin ilhakı 1400 Bursa’da I. Bayezid tarafından Ulu Cami’nin yaptırılması; İlk Osmanlı Darü’ş-şifa’sının Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmesi 1402 Ankara Savaşı ve Yıldırım Bayezid’in esareti Ankara Savaşı, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid ile Timur arasında, Ankara’nın Çubuk Ovası’nda yapılan savaş. Geç ortaçağ tarihinin en kanlı meydan savaşlarından biri olan ve Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanan Ankara Savaşı, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına ve Fetret Devri (1402-1413) olarak bilinen bir iktidar boşluğu döneminin yaşanmasına yol açtı. Osman Gazi ve Orhan Gazi ile I. Murad’ın inşa ettikleri devlet, daha çok Balkanlar’da genişlediği gibi, henüz gevşek vasallık bağlarına dayanıyordu. Bu dönemde Osmanlılar özellikle Anadolu’da hızlı ve kesin ilhaklara girişmişlerdi; aradaki çatışmalara karşın, Türk-İslam beylikleriyle daha yumuşak bir ilişkiyi gözetiyorlardı. Yıldırım Bayezid ise, İstanbul kuşatmasını sürdürürken, bir yandan da Anadolu birliğini sağlamak amacıyla çeşitli savaşlara girişti. Karamanlılara karşı kazanılan Akçay Muharebesi sonucu kazanılan zaferle (1398) Konya, Niğde, Karaman ve Develi Osmanlıların eline geçti; Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin’in öldürülmesiyle Sivas, Tokat, Kayseri ve Aksaray Osmanlı egemenliğine girdi (1399). Aynı yıl Memluk sultanı Berkuk’un ölümünden ve yerine çocuk yaştaki Nasıreddin Ferec’in geçmesinden yararlanan I. Bayezid, Malatya’yı Memluklerden aldı. Dulkadiroğullarının elinde bulunan Kahta, Divriği, Besni ve Darende kaleleri de Osmanlılara geçti. Osmanlı sınırları böylece Orta Fırat’a dayanmış oluyordu. Bütün bu fetihlerden sonra I. Bayezid, yenilgiye uğrayan yerel hanedanları tasfiyeye yönelerek, sıkı bir merkezi yapı kurmaya girişti. Bu amaçla Balkanlar’ın Hıristiyan prensliklerine ve aristokrasisine yaslanması ise, Türk beylerinin ve İslam ulemasının kendisine duyduğu tepkiyi artırıcı bir rol oynadı. Türkistan ve İran’da güçlü bir devlet kuran Timur, kendini İlhanlıların varisi sayarak Anadolu üzerinde hak ileri sürmekteydi. Bayezid döneminde Osmanlıların erken bir aşamada Ön Asya’ya dayandırması Timur’un dikkatini çekti. Timur’un saldırılarıyla topraklarını yitiren Celayir sultanı Ahmed ile Karakoyunlu devletinin hükümdarı Kara Yusuf Osmanlılara sığınınca, Bayezid ile Timur arasında mektuplaşma başladı. Bayezid, Timur’un, Kara Yusuf ile Sultan Ahmed’in geri verilmesi yolundaki isteğini kabul etmedi. Osmanlılara gözdağı vermek isteyen Timur, Bayezid tarafından toprakları ellerinden alınan ve Timur’un yarı-kabilesel devletinde kendilerine daha yakın bir sosyal düzen bulan Anadolu beylerinin de kışkırtmasıyla Sivas, Halep ve Şam’ı ele geçirdi . Timur’un Bağdat’a yönelmesi üzerine Bayezid, ‘de doğuya ilerleyerek Timur’a bağlı Mutahharten’in egemenliğindeki Erzincan ve Kemah’ı istila etti. Bu gelişme iki hükümdarın arasını iyice açtı. Bayezid’e bir elçi gönderen Timur, Kemah’ın Mutahharten’e Anadolu Beyliklerinden alınan yerlerin de sahiplerine geri verilmesini, Kara Yusuf’un teslim edilmesini ve Osmanlıların kendisine bağlanmasını istedi. Bayezid’in Timur’un yerine getirilmesi zaten imkânsız bu isteklerinin hiçbirini kabul etmemesi savaşın gerekçesi oldu. Hem Balkanlar’da, hem de Anadolu’da yayılmış bulunan Osmanlıların Harekat inisiyatifini ele alan Timur, 1402 başlarında Gürcistan’da yeniden büyük bir ordu topladı; Erzincan, Kemah ve Sivas üzerinden Ankara’ya gelerek kenti kuşattı. Ama Bayezid’in Tokat üzerinden Ankara’ya doğru yaklaştığını haber alınca, kuşatmayı kaldırarak Çubuk Ovasına çekildi. Fillerle desteklenen ordusu Bayezid’inkinden daha kalabalık ve askeri malzeme bakımından daha güçlüydü. On dört saat süren savaşın başlarında üstün görülen Osmanlı ordusu Kara Tatarlarla eski Anadolu beyliklerine bağlı askerlerin Timur’un saflarına katılmasıyla güç durumda kaldı. Bir tek Sırp müttefikleri Bayezid’i sonuna kadar terk etmediler. Muharebe, Timur’un lehine döndüğü sırada, I. Bayezid’in oğullarından Süleyman Çelebi, Mehmed Çelebi ve Sadrazam Çandarlı Ali Paşa kuşatmayı yararak kaçmayı başardılar. Üç yüz kişi kalıncaya kadar çarpışan I. Bayezid ise sonunda tutsak düştü. Ankara Savaşı yenilgisi, Osmanlı Devleti’nin parçalanarak, devletin imparatorluk aşamasına geçmesinin 50 yıl kadar gecikmesine, Anadolu beyliklerinin yeniden kurulmasına ve Osmanlı tarihinde Fetret Devri olarak bilinen 11 yıllık bir iktidar boşluğu döneminin yaşanmasına neden oldu. Fetret Devri (1402-1413) 1409 Süleyman Çelebi tarafından Türk Edebiyatı’nda ilk mevlid örneği olan Vesiletü’n-Necat adlı eserin yazılışı Fetret Devri, Bunalım Devri veya Fasıla-i Saltanat, Osmanlı Devleti’nde Yıldırım Bayezid’in 1402’de Ankara Savaşı’nda, Timur İmparatorluğu’nun kurucusu olan Timur’a yenilip esir düşmesi sonucu ortaya çıkan ve Yıldırım Bayezid’in oğulları arasındaki taht kavgaları nedeniyle 11 yıl süren kargaşa dönemidir. Yıldırım Bayezid’in altı oğlu vardır. Bunlar; Emir Süleyman, İsa Çelebi, Musa Çelebi, Mehmet Çelebi, Mustafa Çelebi ve Kasım Çelebi’dir. En büyük olan ve padişah olması beklenen Mustafa Çelebi, Ankara Savaşı’nda ortadan kaybolmuştur. Ali Paşa, Emir Süleyman’ı Rumeli’ye kaçırdı. Mehmet Çelebi de Amasya’ya çekildi. İsa Çelebi ve Musa Çelebi çatışa çatışa Karesi yöresine gittiler, sonunda Musa Çelebi, İsa Çelebi’yi öldürdü. Oradan Bursa’ya geçti. Emir Süleyman’ın Bursa’ya gelmesi üzerine Karaman Yöresine kaçtı ve Karamanoğulları’na sığındı. Bu arada Emir Süleyman, olabilecek anlaşmazlıklar, Trakya’nın emniyeti ve boğazlardan rahat geçişi sağlamak amacıyla erkek kardeşi Kasım’ı ve kız kardeşi Fatıma’yı Bizans’a rehin olarak verdi. Hemen ardından Karamanoğulları ile barış anlaşması yaptı. Mehmet Çelebi, ağabeyi Süleyman’a tabi olduğunu ve Hanlığını tanıdığını çeşitli hediyelerle bildirdi. Bu anlaşmalar üzerine can güvenliği iyice azalan Musa Çelebi, Karaman’dan da kaçarak, İsfendiyar Bey’in yardımlarıyla Eflak Kralı Mirçe’ye sığındı. Eflak Kralı, Trakya’da, egemenlik sağlamak için Musa Çelebi’ye çok sayıda asker verdi. Musa Çelebi de yanına verilen bu askerlerle kendini Han ilan edebilmek üzere Edirne’ye saldırdı. Emir Süleyman beklemediği bu saldırıya karşı koyamayarak İstanbul taraflarına yanında çok az sayıda adamıyla ancak kaçmayı başardı. Uğradıkları bir köyde tanınınca, köylüler sırf Musa Çelebi’den bahşiş alabilmek gayesiyle Emir Süleyman’ı katlettiler. Türk geleneğine göre: Saltanat soyundan kim olursa olsun; bir saltanat üyesi, diğer bir saltanat üyesini kendi emri üzerine öldürtür. Başkalarının olaya izinsiz müdahalesine, kişi ise idam, devlet ise savaşla yok etmek cezasını verir ve intikamını mutlakâ alırdı. Musa Çelebi de bu yüzden, köyü içindekilerle beraber yok etti, 1410’da Edirne’ye döndü ve tahta geçti. Bu olayları öğrenen Mehmet Çelebi de Amasya’dan Bursa’ya gelip burada tahta geçtiğini ilan etti. Emir Süleyman’ı destekleyenlerin hepsi Mehmet Çelebi’yi onayladılar ve tabi oldular. Rumeli’de, Samako’da son kez karşılaştılar ve Çamurlu Derbent Savaşı’nda Mehmet Çelebi, kardeşini yenip çadırında öldürttü. Mehmet Çelebi (I. Mehmet) tüm kardeşlerinin isyanlarını bastırarak, hükümdar olmuştur. Fetret Dönemi, yeni kurulmuş olan Osmanlı Devleti’nin fiilen parçalanmasına sebep olmuştur. Bu nedenle I. Mehmet için “ikinci kurucu” da denir. Ayrıca Fetret Devri’nde balkanlarda toprak kaybının fazla olmamasının nedeni Osmanlı Devleti’nin yeni aldığı topraklarda yaşayan insanlara karşı hoşgörülü bir siyaset izlemiş olması, adaletli vergi toplanması, dil ve din özgürlüğü tanınması, kişilerin güvenliğinin sağlanması ve iskan politikasını başarılı bir biçimde uygulamış olmasıdır.Ayrıca Avrupa’da yaşanan yüzyıl savaşları da Osmanlı Devletinin toprak kaybetmemesinde etkili olmuştur. Sultan I.Mehmed (Çelebi) (1413-1421) 1413 I. Mehmed’in duruma hakim olup devleti yeniden kuruşu 1416 Şeyh Bedreddin isyanı 1416 Macaristan Seferi 1417 Avlonya’nın Osmanlılar tarafından alınışı 1418-1420 Samsun bölgesinin Osmanlılar tarafından alınışı 1419-1424 Bursa’da Hacı İvaz’a I. Mehmed tarafından Yeşil Cami’nin yaptırılması Sultan II.Murad (1421-1444 / 1446-1451) 1421 Çelebi Mehmed’in ölümü ve II. Murad’ın tahta geçişi 1422 Mustafa Çelebi’nin (Düzme) bertarafı 1425 Molla Fenari’nın ilk Şeyhülislam olarak tayini 1425 -1426 Tekeoğulları Beyliği’nin topraklarının Osmanlılara geçmesi 1427-1428 Germiyanoğulları Beyliği’nin topraklarının Osmanlılara geçmesi 1430 Selanik’in Osmanlılar tarafından alınışı 1432 Fatih Sultan Mehmed’in doğumu 1434 Edirne’de II. Murad tarafından Muradiye Camii’nin yaptırılması 1439 Semendire’nin Osmanlılar tarafından alınışı 1444 II. Murat’ın tahttan çekilişi, II. Mehmed’in tahta geçişi ve Varna Savaşı Varna Savaşı Varna Savaşı, 10 Kasım 1444 tarihinde, Macar, Leh, Papalık ve çeşitli Balkan milletlerinden oluşan, Hünyadi Yanoş komutasındaki Haçlı ordusu ile II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu arasında bugünkü Bulgaristan’ın Varna şehri yakınında yapılmış bir savaştır.Osmanlı ordusu kazanmıştır. II. Murat, Papa IV. Eugenius’un önayak olmasıyla oluşturulan bir Haçlı ordusunu yenmiş ve 1444 yılının yaz aylarında Edirne-Segedin Antlaşması’nı imzalamıştı. Bu antlaşma 10 yıl sürelik bir barış dönemini öngörüyordu. Antlaşmanın imzası üzerine II. Murat tahtı 12 yaşındaki oğlu şehzade Mehmet’eII. Mehmed) bırakarak Manisa’ya çekilmişti. Ancak Edirne-Segedin Antlaşması’nın koşullarından hoşnut kalmayan Papalık, Kardinal Giuliano Cesarini vasıtasıyla Macar komutanı Hünyadi Yanoş’u “Papa’nın onayı olmadığından dolayı geçersizdir” iddiasıyla antlaşmayı ihlale ikna etmeğe çalışıyordu. Böylece Balkan ülkeleri Papa’nın da önayak olmasıyla tekrar bir ordu oluşturarak saldırıya hazırlandı. 12 yaşındaki genç Şahzade Mehmet babası Murat’a ordunun başına tekrar geçmesi için mektup yazmıştır. Bu mektupta yazan bir kısım şudur. “Baba,eğer ki padişah sen isen ordunun başına geç, eğer padişah ben isem sana emrediyorum gel ve ordularının başına geç” yazmıştır. II. Murat önce tahta geri dönmeye isteksizdi. Tahtta oturan 12 yaşındaki II. Mehmed’in yaşından beklenmeyecek bir üslupta babasını ordularının başına geçmeye davet eden mektubu ve Veziriazam Çandarlı Halil Paşa’nın çağrısı üzerine, II. Murat askerleri ile beraber Manisa’dan İstanbul boğazına doğru hareket etti. Oradan, asker başına birer duka altın vererek; Ceneviz gemileriyle Rumeli’ye geçti. Oğlu II. Murat ve Veziriazam Çandarlı Halil Paşa’yı, Edirne’de bırakarak Varna’ya doğru Haçlı ordularını karşılamak üzere hareket etti.Osmanlı bu bölgedeki hakimiyetine başarı kattı. Osmanlı ve Haçlı orduları bugünkü Bulgaristan’ın Varna kenti yakınlarında karşılaştılar. II. Murat’ın bulunduğu yerde bir hendeğin yanında Haçlıların ihlal ettiği Edirne-Segedin Antlaşması’nın metni asılıydı. II. Murat’ın bu savaşta çok başarılı bir strateji uyguladığı bilinmektedir. Haçlı ordusunun sol tarafında bataklıklar yer almaktaydı. II. Murat savaş alanının avantajını kullanmak için baskın stratejisi kullanmıştır. Güneydeki bataklıkları hesaba katarak sağ kanadının savaş sırasında çevrilmesinin ihtimalini ortadan kaldırmak ve Haçlıları tam bir çembere almak için Haçlıların tek çıkış yolu olan Varna’nın kuzey yoluna 15.000 kişilik bir kuvvet koyarak tam imha düzeni almıştır. Bu düzen Haçlıları psikolojik olarak sarstı. Ama II. Murat yolu tutan kuvvetleri çarpışmalar süresince savaşa sokmadı. Ancak Osmanlı Ordusu’nun en zorlandığı anda bu kuvvetleri çağırdı. Kuzey yolunu boşaltarak dengeyi kendi lehine çevirdi. Haçlılara “Kaçış yolunuz var.” mesajı vererek, kaçmaya eğilimli Haçlı askerlerini savaş alanından kaçışa özendirerek bir taşla iki kuş vurmuş oldu. Haçlı ordularının başında Macar komutan Hünyadi Yanoş, Macaristan kralı I. Ulászló (III. Władysław adıyla Lehistan kralı), Kardinal Cesarini, Franko, Varadin ve Erlan piskoposları bulunuyordu. II. Murat ordusunu kademeli olarak düzenlemiş, Rumeli beylerbeyi Turhan Bey’i Rumeli askeriyle sağa, Anadolu beylerbeyi Karaca Bey’i askeriyle sol tarafa yerleştirmişti. İstanbul’dan getirdiği yeniçeri askerlerini ise bizzat kendi kumandası altında orta kısıma yerleştirmişti. Savaş başladığında önce Haçlı ordusunun şiddetli saldırısı sonucu Osmanlı ordusunda bir panik havası ortaya çıktı. Haçlı orduları zırhlıydı ve daha az kayıp veriyorlardı. Bu durum Osmanlı ordusunu zor durumda bırakıyordu. Hünyadi Yanoş ordusunu disiplinli bir şekilde yönetmekteydi. Osmanlı ordusunun yenilme belirtileri göstermesi üzerine Macar Kralı I. Ulászló, savaşın başarısını tamamen Hünyadi’ye bırakmamak için yerinden ayrılarak savaşa katıldı. Osmanlı ordusu merkeze doğru saldıran Haçlı ordusunu geri çekmek için yanlara doğru açıldı ve ortada kalan Haçlı ordusu bu şekilde Osmanlı ordusunun şiddetli saldırıları sonucu yenilgiye uğradı. I. Ulászló savaş sırasında başına aldığı bir balta darbesi sonucunu yaşamını yitirdi. Ölen kralın başını yeniçeriler II. Murat’a getirdiler. II. Murat ölen kralın başını yeminini bozduğu Edirne-Segedin Antlaşmasının yanında teşhir ettirdi. II. Murat tam imha stratejisini kuvvetlerinin çok yıpranmaması için iki kademe olarak düzen yaptığı Kosova Savaşına taşımıştır. Tam sonucu da elinde sağ kalan tecrübeli komutanlarla bu savaşta almıştır. Bazı kaynaklara göre II. Murat savaş alanını gezerken yanındaki yardımcılarına sorar: “Biz bu savaşı nasıl kazanabildik?” Yanındaki vezirlerden biri: “Hanım, şu yerde yatan keferelerde bir tek ak sakallı ihtiyar yok. Biz ihtiyarlarımız yüzünden kazandık,onlar ise ihtiyatsızlıkları yüzünden kaybettiler.” cevap verir. Savaş kazanılmasına karşılık Osmanlılar için çok zor geçmiştir. Bunun nedeni Haçlı askerlerinin hepsinin tepeden tırnağa, savaş atları dahil kalın zırhlarla donatılmış olmasıydı. Varna’da 70.000 tam zırhlı Haçlı askerin öldürülmesine karşılık bu sayıdan çok daha fazla Osmanlı askeri yaşamlarını kaybetti. İşte bu sayı kaybı II. Murat’ı savaşı iki kademeli olarak Kosova’ya taşımasına neden olmuştur. Haçlıların sayısı yaklaşık 325.000 kişi idi ve savaş alanından kaçan Haçlı askeri sayısı ise 120.000 civarındaydı. Varna Muharebesinden sonra ismini kurtarmak isteyen Hünyadi Yanoş tekrar ordularını toplayarak, kendisine katılmak istemeyen Sırbistan’ı işgal edip Tuna’yı geçecek ve Kosova Meydan Muharebesinde Osmanlı ordusu ile tekrar karşılaşacaktı. Mora ve Bulgaristan Osmanlı Devleti’ne bağlandı. Osmanlı Devleti’nin balkanlardaki otoritesi artmaya başladı. 1445 II. Mehmed’in tahttan çekilişi ve II. Murad’ın ikinci defa geçişi 1447 Edirne’de II. Murad tarafından Üç Şerefeli Camii’nin yaptırılması 1448 II. Kosova Savaşı II.Kosova Savaşı II. Kosova Savaşı veya İkinci Kosova Meydan Muharebesi (17 Ekim-20 Ekim 1448) Sultan II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Macar kumandanı Hünyadi Yanoş önderliğindeki bir Balkan ordusu arasında yapılmış bir muharebedir. Varna yenilgisinin intikamını alma amacıyla savaş başlatmak isteyen Hünyadi Yanoş’nun topladığı Haçlı-Macar ordusu Kosova’ya geldi. II. Murad’ın barış önerisi reddedildi. 19 Ekim günü taarruza geçen Haçlı ordusu’nun öncü birlikleri Rumeli ve Anadolu atlıları tarafından yenilgiye uğratıldı. Osmanlı kuvvetleri’nin sağ ve sol kanatlarını taktik amaçlı geri çekilmiş gibi göstermesi üzerine Hünyadi Yanoş, Osmanlı ordusu’nun merkezini hedef alan ana taarruzu başlattı. Bu saldırıda da Osmanlı merkez kuvvetleri(özellikle Yeniçeriler)’nin direnişi kırılamadı. Bir çok Hıristiyan soylu ve komutan öldürüldü. Sağ ve sol kanatlarda geri çekilmiş Osmanlı kuvvetleri de yerlerini dolduran kuvvetlere hücuma başlayınca Haçlı ordusu dağılmaya başladı. Hünyadi Yanoş savaş meydanından kaçtı, ama daha sonra Sırplar tarafından çevrildi. Savaş sonucu Balkanlar’da üst üste yenilgi alan Haçlı ittifakları saldırıcı güç toplamayı bırakıp savunmaya çekildi, Osmanlı ordularının karşısında duracak güç kalmadı. Osmanlı Balkanlarda taarruza, Haçlılar savunmaya geçti. Sultan II.Mehmed (Fatih) (1444-1446 / 1451-1481) 1451 II. Murad’ın ölümü ve II. Mehmed’in ikinci defa tahta geçişi 1452 Fatih’in Anadolu Hisarı karşısına Rumeli Hisarı’nı yaptırması 1453 İstanbul’un fethi Sultan II.Mehmed Han (Fatih Sultan Mehmed), Hazreti Peygamber’in manevi müjdesi (“İstanbul muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ve ordu ne mükemmel insanlardır” Hadîs-i Şerîf) ve Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceği açısından İstanbul’u fethetmek istiyordu. Fatih Sultan Mehmed, büyük gayesini gerçekleştirmek için, Macarlara, Sırplara ve Bizanslılara karşı yumuşak davranıyordu. Amacı Haçlıların birleşmesini önlemek, onları tahrik etmemek ve zaman kazanmaktı. Bin yıllık tarihinin sonuna gelmiş olan Bizans küçüle küçüle sadece İstanbul şehrinin sınırları içinde hüküm süren bir devlet durumuna düşmüştü. Ancak buna rağmen Bizans’ın varlığı, Balkanlardaki Türk hakimiyeti açısından tehlikeli oluyordu. Bizans İmparatorları, Anadolu’daki çeşitli siyasi güçleri de Osmanlı aleyhine kışkırtmaktan geri kalmıyorlardı. Hatta zaman zaman Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht kavgalarına karışıp devletin iç düzenini bozuyorlardı. İstanbul’un Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında girmesi, ticari ve kültürel yönden önemli bir avantajın daha ele geçirilmesi demekti. Boğazlar tam anlamıyla kontrol altına alınacak ve bu sayede, Karadeniz ticaret yolları ele geçirilmiş olacaktı. Karamanoğulları meselesini çözen Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethi için gerekli hazırlıklara başladı. Devrin mühendislerinden Musluhiddin, Saruca Sekban ile Osmanlılara sığınan Macar Urban Edirne’de top dökümü işiyle görevlendirildi. “Şahi” adı verilen bu topların yanında, tekerlekli kuleler ve aşırtma güllelerin üretilmesi (havan topu) yapılan hazırlıklar arasındaydı. Yaptırılan bu büyük toplar İstanbul’un fethedilmesinde önemli rol oynadı. Yıldırım Bayezid’in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısına, Rumeli Hisarı (Boğazkesen) inşa edildi. Bu sayede İstanbul Boğazı’nın kontrolü sağlanacak, deniz yoluyla gelebilecek yardımlara karşı tedbir alınmış olacaktı. 400 parçadan oluşan bir donanma inşa edildi. Turhan Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora’ya gönderildi ve İstanbul’a yardım gelmesi engellendi. Eflak ve Sırbistan ile var olan barış antlaşmaları yenilendi. Macarlarla da üç yıllık bir antlaşma yapıldı. Osmanlıların bu hazırlıkları karşısında, Bizanslılar da boş durmuyordu. Surlar sağlamlaştırılıyor ve şehre yiyecek depolanıyordu. Ayrıca Bizans İmparatoru Konstantin, Haliç’e bir zincir gerdirerek, buradan gelecek tehlikeyi önlemeye çalıştı. Aynı zamanda Haçlı dünyasından yardım isteniyor, Papa ise yapacağı yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesini istiyordu. Ancak Katoliklerden nefret eden Ortodoks Rumlar, Roma kilisesine bağlanmak istemiyor, “İstanbul’da Kardinal külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız” diyorlardı. Fatih Sultan Mehmed, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Bizans İmparatoru Konstantin’e bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi. Fakat İmparatordan gelen savaşa hazırız mesajı üzerine, İstanbul’un kara surları önüne gelen Osmanlı Ordusu, 6 Nisan 1453’de kuşatmayı başlattı. Osmanlı donanması ise Haliç’in girişinde ve Sarayburnu önünde demirlemişti. Ordu; merkez, sağ ve sol olarak üç kısma ayrıldı. 19 Nisan’da yapılan ilk saldırıda, tekerlekli kuleler kullanıldı ve bu saldırı ile Topkapı surlarından burçlara kadar yanaşıldı. Osmanlı Ordusu’ndaki er sayısı 150.000 ile 200.000 arasındaydı. Bu kuvvetlere Rumeli ve Anadolu beylerine bağlı çeşitli kuvvetler de katılmıştı. Çok şiddetli çarpışmalar oluyor, Bizanslılar şehri koruyan surların zarar gören bölümlerini hemen tamir ediyorlardı. Venedik ve Cenevizliler de donanmalarıyla Bizans’a yardım ediyorlardı. Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı donanmasının kuşatma sırasında yeterince kullanılamadığını ve bu yüzden kuşatmanın uzadığını düşünüyordu. İstanbul’un Haliç tarafındaki surlarının zayıf olduğu biliniyordu. Bizans bu bölgeye zinciri bu nedenle germişti. Yüksekten atılan taş gülleler Bizans donanmasından bazı gemileri batırmıştı fakat bir kısım donanmanın Haliç’e indirilmesi kesin olarak gerekliydi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethedilmesini kolaylaştıracak önemli kararını verdi. Osmanlı donanmasına ait bazı gemiler karadan çekilerek Haliç’e indirilecekti. Tophane önündeki kıyıdan başlayıp Kasımpaşa’ya kadar ulaşan bir güzergah üzerine kızaklar yerleştirildi. Gemilerin, kızakların üzerinden kaydırılabilmesi için, Galata Cenevizlilerinden zeytinyağı, sade yağ ve domuz yağı alınarak kızaklar yağlandı. 21-22 Nisan gecesi 67(yada 72) parça gemi düzeltilmiş yoldan Haliç’e indirildi. Haliç’teki Türk donanmasına ait toplar, surları dövmeye başladı. Ciddi çarpışmalar cereyan etti. Bundan sonraki günlerde top savaşı, ok, tüfek atışları, lağım kazmalar, büyük ve hareketli savaş kulelerinin surlara saldırıları devam etti. Kuşatmanın uzun sürmesi ve kesin başarıya ulaşılamaması askerler arasında endişe yarattı. Ancak, İstanbul’u her ne şartta olursa olsun almaya kararlı olan Fatih Sultan Mehmed kumandanların ve alimlerin de bulunduğu bir toplantı düzenledi. Cesaretlendirici bir konuşma yaptıktan sonra, 29 Mayıs’ta genel saldırının yapılacağına dair kararını açıkladı. Çarpışmalar sırasında Bizans’ı koruyan surlar üzerinde kapatılması mümkün olmayan gedikler açılmaya başlamıştı. Surlar içerisine küçük sızmalar oluyor, ancak geri püskürtülüyordu. İlk defa Ulubatlı Hasan ve arkadaşlarının şehit olmak pahasına tutunmayı başardıkları İstanbul surları, artık direnemiyordu. 53 gün süren ve 19 Nisan, 6 Mayıs, 12 Mayıs ve 29 Mayıs’ta yapılan dört büyük saldırıdan sonra Doğu Roma İmparatorluğu’nun 1125 yıllık başkenti olan İstanbul, 29 Mayıs 1453 salı günü fethedildi. İstanbul’un fethi, çok önemli sonuçları da beraberinde getirdi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinden sonra batıdaki hakimiyeti pekiştirmek, sınırları genişletmek, İslam’ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hıristiyan birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine bir çok seferler düzenledi. 1453 Ayasofya’nın camiye çevrilmesi 1458-1460 Mora’nın Osmanlılar tarafından alınışı 1461 Trabzon Rum İmparatorluğu’nun Osmanlılar tarafından yıkılışı 1461 Candaroğulları Beyliği’nin ilhakı 1463 Osmanlı-Venedik Savaşı’nın başlaması 1463 -1470 İstanbul’da Fatih Külliyesi’nin inşaası 1466 II. Mehmed’in Arnavut seferi 1468 Karamanoğulları Beyliği’nin Osmanlılar tarafından yıkılışı 1468 II. Mehmed tarafından İstanbul’da Topkapı Sarayı’nın tesisi 1473 Otlukbeli Savaşı Otlukbeli Savaşı Karamanoğlu İbrahim’in 1464’te ölmesi üzerine oğulları birbirlerine düşmüşlerdi. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın yardımıyla İshak Bey Karamanoğlu beyliğine sahip oldu. Bunun üzerine diğer oğlu Pir Ahmed Bey Fatih Sultan Mehmed’den yardım istedi ve gelen yardım sayesinde Beyliği ele geçirdi. Fakat Pir Ahmed Bey bir süre sonra gidip Venediklilerle anlaşınca, bu duruma sinirlenen Fatih Sultan Mehmed, Karaman Seferi’ne çıkmaya karar verdi. Konya ve Karaman alınarak Osmanlı’ya bağlandı. Karaman halkı İstanbul’a ve çeşitli yerlere göç ettirildiler. Pir Ahmed Bey kaçarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a sığındı. Bu olay Osmanlılarla Akkoyunluların arasının açılmasına neden oldu. Osmanlılar Avrupa ve Anadolu’daki topraklarını genişletirken, Akkoyunlular Devleti’de Doğu Anadolu, Kafkasya, İran ve Irak üzerinde hakimiyet kurmuşlardı. Sınırlarını genişleten iki Türk Devleti arasında büyük bir savaş kaçınılmaz olmuştu. Otlukbeli mevkiinde 11 Ağustos 1473’de yapılan savaşta, devrin en kuvvetli savaş tekniğine ve araçlarına sahip olan Osmanlı ordusu, Uzun Hasan’ın kuvvetli süvarilerden kurulmuş olan ordusunu birkaç saatte dağıttı. Bu savaştan sonra Akkoyunlular bir daha kendilerini toparlayamadılar. Fatih Sultan Mehmed, Akkoyunlu tehlikesini bu şekilde engellemiş oldu. Anadolu’da ve Rumeli’de birçok sefer düzenleyip pek çok zafer kazanmıştı. Buna rağmen güneyde güçlü bir devlet konumunda olan Memlüklerle problemler yaşandığı halde sıcak bir savaştan kaçınmıştı. 1475 Kırım’ın Fatih Sultan Mehmet döneminde, Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı tabiiyetine girişi 1476 Boğdan seferi 1478 II. Mehmed tarafından ilk altın paranın darbettirilmesi 1479 Osmanlı-Venedik Antlaşması ile Fatih’in Venedikliler’e Trabzon ve Kefe’de ticaret yapma hakkı tanıyan ahidname vermesi 1480 Otranto’ya çıkış ve başarısız Rodos kuşatması 1480 Kadıaskerliğin Rumeli ve Anadolu olarak ikiye ayrılması Sultan II.Bayezid (1481-1512) 1481 II. Mehmed’in vefatı ve II. Bayezid’in tahta çıkışı 1481 100 dirhem gümüşten 400 akçe kesilmesi 1481 Şeyh Hamdullah’ın İstanbul’a gelişi 1482 Cem Sultan’ın mağlubiyeti, Rodos’a ilticası 1483 Morova Seferi ve Hersek’in ilhakı 1484 Boğdan Seferi 1484 Kili ve Akkerman’ın fethi 1485 Osmanlı-Memlük mücadelesinin başlaması 1485 Şeyh Hamdullah’ın aklam-ı sitte’de kendi üslubunu buluşu 1486 Musiki ile tedavi yapan ilk devlet hastanesi (Edirne, II. Bayezid Külliyesi Şifahanesi) 1488 Sultan II. Bayezid tarafından Edirne’de Bayezid Darü’ş-şifası’nın yapımı 1489 Memlüklere karşı toprak kaybı 1491 Osmanlı-Memlük Barışı 1492 Macar Seferi 1492 İspanya’dan çıkarılan Yahudiler’in de Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesine girmesi 1494 Şehzade Süleyman’ın doğumu 1495 Macarlarla mütareke, Cem Sultan’ın ölümü 1497 İlk Rus elçisinin İstanbul’a gelişi 1498 Lehistan Seferleri 1499 Venedik Harbi 1500 Modon, Navarin ve Koron’un alınışı 1502 Venedikle sulh 1508 Çaul seferi 1509 Diu seferi 1511 Şahkulu Baba Tekeli isyanı, Şehzade Selim Hareketi Sultan I.Selim (Yavuz) (1512-1520) 1512 II. Bayezid’in tahttan çekilişi, I. Selim’in tahta geçişi 1514 Çaldıran Savaşı, Tebriz’e giriş Çaldıran Savaşı Çaldıran Savaşı, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında 23 Ağustos 1514’te, Van’ın 113 km kuzeyinde, bu günkü Çaldıran ilçesi sınırlarında yer alan Çaldıran Ovası’nda yapılan savaş. Savaş Yavuz Sultan Selim’in kesin zaferiyle sonuçlandı. Safevi hükümdarı Şah İsmail’in Anadolu’daki Osmanlı yönetimden hoşnutsuz olarak Safevi devletine yakınlaşan Türkmenlere ve bunların liderlerine yönelik koruma politikası, Avrupa’da değil fakat doğuda rakip arayan ve kendine hedef olarak diğer iki devleti (Safevi ve Memlük) seçen Yavuz Sultan Selim açısından kabul edilemez bir durumdu. Osmanlı İmparatorluğu ile Safevi Devleti arasında bir savaş kaçınılmaz olmuştu. Yavuz Sultan Selim 1512’de tahta çıktığında Safevilerin doğudaki etkisine son vermeyi istiyordu. Yavuz Sultan Selim hazırlıklarını tamamladıktan sonra büyük bir orduyla Mart 1514’te Edirne’den yola çıktı. Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında ilginç bir mektup düellosunun yaşandığı sefer sırasında Yavuz Sultan Selim mektuplarını Farsça yazmış, Şah İsmail ise Türkçe yanıt vermiştir. Üç ay sonra Eleşkirt’e vardığında Osmanlı askerleri arasında huzursuzluk başlamıştı. Yavuz, askerlerini yatıştırarak ilerlemeyi sürdürdü ve Şah İsmail komutasındaki Safevi ordusuyla Çaldıran Ovası’nda karşılaştı. Her iki ordu da yaklaşık 80-100 bin askerden oluşuyordu. Burada yapılan meydan savaşı bir gün boyunca sürdü. Osmanlı ordusu, silah donanımı bakımından, özellikle de sahra topçusunun ateş gücü ve yeniçerilerinin tüfek kullanması açısından üstündü. Muharebe Osmanlı ordusunun zaferiyle sonuçlandı. Şah İsmail ön saflarda yer aldığı çarpışmalarda yaralandı ve karısı başta olmak üzere hazinesini ve ordusunu bırakarak savaş alanından çekildi. Ardından Yavuz Sultan Selim, 6 Eylül 1514’te Safevilerin başkenti Tebriz’e girdi. Yavuz Sultan Selim kışı burada geçirmek istiyordu, ama Bektaşi tarikatına bağlı yeniçeriler arasında huzursuzluk artınca İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Çaldıran Savaşı’nda yitirdikleri toprakları Safeviler savaşsız geri aldılar. Ama Osmanlılar bu savaşın sonunda, Dulkadiroğulları başta olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki beyliklerin egemenliğine son verdiler. Safevilerin Mısır’daki Memlûklarla bağlantılarını kestiler. Bu da Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferini kolaylaştırdı. Osmanlılar ayrıca İpek Yolu’nun denetimi de ele geçirdiler. 1516 Mısır Seferi ve Mercidabık Savaşı Mercidabık Savaşı, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Memluk Devleti ile yapılan birinci savaştır. 1516’da Osmanlı ordusu ile Memluk ordusu arasında Halep şehrinin kuzeyinde yapılan savaşı Osmanlılar kazandı. Muharebenin sonucunda Suriye, Lübnan ve Filistin Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Hanın, Ortadoğu’da hâkimiyetini genişletmesi; Suriye, Filistin, Arabistan Yarımadası, Mısır ve Kuzey Afrika’nın doğusuna hakim Memlûklu Sultanı Kansu Gavri’yi (Kansuh el-Gûrî) harekete geçirip, tedbir almaya sevk etti. 23 Ağustos 1514’te, Çaldıran Savaşı’nda, Yavuz Sultan Selim Han’a yenilip kaçan Safevi hükümdarı Şah İsmail ile ittifak kurdu. Yavuz Sultan Selim Han, haber alma teşkilâtı vasıtasıyla Şah İsmail-Kansu Gavri ittifakını öğrenince, Vezîr-i âzam Sinan Paşa’yı, kırk bin kişilik bir kuvvetle Safevîler üzerine gönderdi. Sinan Paşa’nın, Diyarbakır’a giderken, Fırat’ı geçmek için Memlûklar’dan izin isteyip de iznin verilmemesi ve Kansu Gavri’nin elli bin kişilik kuvvetle Halep’e gelmesi, harp sebebi sayıldı. Devrin âlimlerinden Zenbilli Ali Cemâli Efendinin fetvasıyla sefere çıkıldı. Yavuz Sultan Selim Han, dahiyane bir siyasetle, Mısır devlet adamlarının bir kısmını ve Suriye ahalisini, kendi safına almaya muvaffak oldu. Yavuz Sultan Selim, Kansu Gavri’ye Halep’in kuzeyindeki Mercidabık mevkiinde, meydan muharebesi için hazır olması haberini gönderdi. Mercidabık’ta karşılaşan iki ordunun da kuvvetleri eşit miktarlarda olup, altmış bin civarındaydı. Osmanlılar, ateşli silahlar, teşkilat, kumanda heyeti, sevk ve idare bakımından Memlûklardan üstündü. Memlûkların da süvari kuvveti meşhurdu. 24 Ağustos 1516 sabahı, Osmanlı ordusu hilâl şeklinde bir tertibat aldı. Ordunun merkezinde Yavuz Sultan Selim Han olup, yanında Kapıkulu askeri ve önünde birbirine zincirle bağlı üç yüz top bulunuyordu. Sağ kola Anadolu Beylerbeyi Zeynel Paşa, sol kola da Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa kumanda ediyordu. Memlûk ordusunun merkezine, yanında Halife III. Mütevekkil olduğu halde Sultan Kansu Gavri, sağ kola Halep Nâibi Hayırbay, sol kola da Şam Nâibi Sibay kumanda ediyordu. Memlûklarda sultanın orduya, kumandanların da Kansu Gavri’ye itimatsızlığı vardı. Osmanlı topçu ateşiyle başlayan muharebeye, Memlûklar süvari taarruzu ile karşılık verdiler. Muharebe başladıktan iki saat sonra, Memlûklar bozguna uğradı. Öğleden sonra kesin netice alınarak, Memlûk karargâhı, bütün ağırlığı ile Osmanlıların eline geçti. Boğucu bir yaz sıcağında meydana gelen muharebeden kurtulan Memlûk askerleri; Halep, Hama, Humus ve Şam’a kaçtı. Takip edilen Memlûk kuvvetlerinden ele geçenler imha edilerek, Kuzey Suriye bütünüyle zaptedildi. Ahalisi Sünnî olan şehirler, Yavuz Sultan Selim Hanı ve Osmanlıları davet ettiler. Suriye şehirleri, kendi rızalarıyla Osmanlı idaresini tercih ettiğinden, ahaliye zarar verilmedi. Memlûk Sultanı Kansu Gavri, savaş meydanında öldü. Abbasî halifesi III. Mütevekkil, muharebeden sonra Yavuz Sultan Selim Hanın yanına gelerek, sultandan çok hürmet gördü. Yavuz Sultan Selim Han, 28 Ağustos’ta Halep’e 27 Eylülde Şam’a gelerek Mısır’ın fethini gerçekleştirecek sefere hazırlanmaya başladı. Mercidabık’ta kazanılan zafer, Osmanlı İmparatorluğu’na dinî, siyasî, askerî, iktisadî pek çok faydalar sağladı. Hilafetin Osmanlı Hanedanına geçme yolu açıldı. Doğuda Osmanlı İmparatorluğu’nun son rakibi Memlûk Devleti, ortadan kaldırılma safhasına getirildi. Suriye, Lübnan ve Filistin, Osmanlı hâkimiyetine girdi. Mısır ve Arabistan Yarımadası yolu açıldı. Güneydoğu Anadolu’nun zaptedilmesiyle, Anadolu Türk birliği tamamlandı. 1517 Ridaniye Savaşı ve Kahire’ye giriş Ridaniye Savaşı, 22 Ocak, 1517 yılının Ocak ayında Osmanlı İmparatorluğu ile Memlüklüler arasında geçen bir savaşın adıdır. Bu muharebe Yavuz Sultan Selim’in komutasındaki Osmanlı İmparatorluğu ordusu kazanmıştır. 1516’da Yavuz Sultan Selim Osmanlı ordusuyla Memluklu Devleti’ne karşı Suriye ve Mısır seferine çıktı. Suriye’de Memluklu hükümdarı Kansu Gavri komutasındaki Memluklu ordusuna karşı 24 Ağustos 1516’da Mercidabık Muharebesi’ni kazanan Sultan Yavuz Selim, Halep, Hama, Humus ve Şam’ı teslim aldı Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul etti. 21 Aralık 1516’da Sadrazam Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Han Yunus Şavası’nda Canberdi Gazali’yi yenerek yoluna devam etti. Yavuz Kudüs’u teslim alıp ziyaret ettikten sonra ordu Gazze’ye yöneldi. Mercidabık Muharebesi’nden sonra Memlük Devleti’nin başına geçen Tomanbay; Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini öldürmüştü. Yavuz Sultan Selim, ordusuyla birlikte Sina Çölü’nü 5 gün içinde (11 Ocak-16 Ocak) geçerek, Ridaniye’de Memlük Ordusu ile karşılaştı. Ridaniye’de yeni Memlüklü Sultanı Tomanbay, Venediklilerden top ve silah alarak kuvvetli bir savunma hattı kurmuştu. Memlük Ordusu’na, El-Mukaddam Dağı’nın etrafını dolaşarak güneyden saldıran Yavuz Sultan Selim, bu manevra sayesinde Memlük Ordusu’nun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirdi. Memlük Sultanı Tomanbay çok büyük çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına rağmen 22 Ocak günü Ridaniye Muharebesi’ni kaybetmekte olduğunu anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik kurup Osmanlı komuta merkezine bir baskın düzenledi. Sultan Selim’in otağı sandığı Veziriazam’ın çadırına girdi ve Veziriazam Sinan Paşa öldürüldü. Bu suikast baskınının da istenen hedefi bulmaması sonucu, Tomanbay savaş alanından kaçtı. Böylece 22 Ocak,1517’de Ridaniye Zaferi kazanıldı. Fakat bu savaş çok zayiatlı geçmiş ve her iki taraf da 25.000 kadar asker kaybetmişti. Ridaniye Muharebesi çok kesin bir sonuç vermekle beraber savaşının stratejik hedefi olan Mısır’ın fethi hemen ortaya çıkmamıştır ve Memlûkluler büyük direniş göstermişlerdir. Kahire’yi hiç zayiat ve şehrin sosyal ve ekonomik hayatına zarar vermeden eline geçirmek niyetiyle 25 Ocak’ta Sultan Selim direniş göstermeden teslim olan bütün Memlüklülerin affedileceğini ilan etti. Fakat Tomanbay ve ona yakın Memlûklu komutanları gerilla tipi direniş organize etmeye başladılar ve bu nedenle Kahire ancak üç gün süren çok şiddetli savaştan sonra ele geçti ve şehir kısmen yıkıldı ve binlerce kişi öldü. 4 Şubat 1517’de Yavuz törenle Kahire’ye girdi ve “Yusuf Nebi Tahtı”na oturdu. Memluklular Nil deltasında ve Yukarı Mısır’da direnişe devam ettiler. Fakat fazla zaman geçmeden Osmanlı güçleri bu direniş merkezlerini elimine edip Tomanbay’ı yakalamayı başardılar. 13 Nisan, 1517’de Tomanbay Kahire kale kapısında asılarak idam edildi. Bu zaferle birlikte Memlük Devleti yıkılmış, toprakları Osmanlı egemenliğine girmiştir. Memlük Devleti tarihe karışmış ve Osmanlı İmparatorluğu Mısır’a hakim olmuş ve Halifelik Osmanlılara geçmiştir. Mısır’da ki kutsal emanetler İstanbul’a getirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’nın en güçlü devleti haline gelmiştir. 1517 Haremeyn’in himaye altına alınması 1517 Piri Reis’in Mısır’da Sultan Selim’e ilk dünya haritasını sunması 1519 Celali isyanları 1519 Cezayir’in iltihakı Sultan I.Süleyman (Kanuni) (1520-1566) 1520 I. Selim’in vefatı, I. Süleyman’ın tahta geçişi 1521 Belgrad’ın fethi Belgrad’ın Fethi Belgrad’ın fethi. Macaristan’ın ve Orta Avrupa’nın giriş kapısı konumunda ki Belgrat daha önce 2. Mehmet döneminde kuşatılmış ama alınamamıştı. Fatih Sultan Mehmet döneminde Belgrad hariç bütün Sırbistan fethedilmişti. Sırplar ellerindeki tek kale olan Belgrad’ı koruyamayacaklarını düşünerek burayı Macar’lara bıraktılar. Ancak Osmanlılar’la Macarların arası iyi değildi. Macarlar, Osmanlılara karşı kurulan Haçlı birliğine katılıyor, Balkan uluslarını Osmanlılar’a karşı kışkırtıyor ve fırsat buldukça Türk topraklarına saldırıyorlardı.Kanuni Sultan Süleyman padişah olduğunda Macarlar onu tebrik etmemişler ve vergiyi göndermemişlerdi. Macar Kralı II. Layoş’a gönderilen Osmanlı elçisi de öldürülünce Macarlar’la savaş kaçınılmaz oldu. Donanma Tuna nehri yoluyla, Kanuni’de karadan büyük bir ordu ile Belgrad önlerine geldi. Böylece şehir karadan ve nehirden kuşatıldı (1521). Kale komutanı şehri teslim etmek zorunda kaldı. Belgrad ‘ın alınmasıyla, Avrupa’ya yapılan seferlerde önemli bir üs edinildi. 1521 Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye adındaki eserini hazırlaması 1522 Kanuni Sultan Süleyman’ın validesi, Yavuz Sultan Selim’in eşi Ayşe Hafsa Sultan tarafından Manisa’da bimaristan inşa edilmesi 1522 Rodos’un fethi Rodos’un Fethi Rodos’un Fethi bilindiği gibi, Kanunî Sultan Süleyman’ın Akdeniz’de Osmanlı hakimiyetini kurmak için giriştiği büyük mücadelede, Rodos seferi ilk, Malta seferi ise son dönemi ifade eder. Dünya tarihinin esine ender rastladığı ünlü Padişahın saltanatının ikinci yılında Rodos’u ve ona bağlı bulunan adaları ele geçirmesi, Doğu Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyetinin yerleşmesini sağladığı gibi, mücadelenin bundan böyle Orta ve Bati Akdeniz’e intikal ettirilmesi imkanını da sağlamıştı. 1309’dan beri Saint Jean d’Hospitaliers veya Saint Jean de Jerusalem denilen şövalye tarikatının elinde bulunan Rodos adası ile civarındaki adalar, eskiden beri Osmanlıların ele geçirmek istedikleri önemli yerlerdi. Sultan Süleyman, Belgrad’ı almayı başardıktan sonra Osmanlı siyasetinin bu ikinci meselesini de halletmek istiyordu. Zira fethi zarurî kılan bazı sebepler vardı. Buranın fethi, Osmanlı ülkesine yeni ilhak edilmiş bulunan Mısır, Suriye ve Doğu Akdeniz sahillerinin emniyeti bakımından önemliydi. Bunun için de Rodos ve ona bağlı olan diğer adaların Osmanlıların elinde bulunması gerekiyordu. Nitekim bu zorunluluğu takdir eden Yavuz Sultan Selim, saltanatının son yıllarında, Şövalyeler üzerine yürümek için büyük çapta bir donanma hazırlamaya koyulmuş, ancak bu tasavvurunu gerçekleştiremeden hayata gözlerini kapamıştı. Hıristiyanlığın, Osmanlı hac, ticaret ve ulaşım yolu üzerinde, bu emniyeti tehlikeye sokabilecek tehlikeli kalesi durumundaki Rodos’ta bulunan şövalyeler, Osmanlı ticaret ve hac gemilerine saldırmakla kalmamışlar, ayni zamanda Canberdi Gazali’ne de yardımda bulunmuşlardı. Bundan başka onlar, Rodos’ta bulunan Cem Sultan’ın oğlu Murad’ı da taht vârisi olarak ortaya sürmüşlerdi. Ayrıca kalelerinin sağlamlığına güvenmekte olan Rodos şövalyeleri, korsanlık faaliyetlerine devamla, bir taraftan Müslümanların yollarını kesip gemilerini alıyor, öbür taraftan da Osmanlı sahillerinde ardı arası kesilmeksizin bazı fesatlıklarda bulunuyorlardı. Bundan başka beş altı bin civarında Müslümanı esir alıp adalarında onlara türlü işkenceler yaptıkları da biliniyordu. İşte Kanunî, bu siyasî ve stratejik sebeplerden dolayı Rodos problemini halletmek istiyordu. Böylece, bir bakıma babasından miras olarak devr aldığı bir siyaseti devam ettirmek ve babasının yarıda bırakmak zorunda kaldığı önemli bir meseleyi halletmek niyetinde idi. Ayni zamanda o, Rodos’u feth etmek suretiyle dedesi Fâtih Sultan Mehmed’in gerçekleştiremediği bir şeyi de yapmış olacaktı. Eserimizin, Fâtih’le ilgili bölümünde de görüleceği üzere o, birbirlerini kovalayan zaferleri arasında sadece iki yerde istediğini ele geçirememişti. Bunlardan biri Belgrad, diğeri de Rodos’tu. Tahta henüz geçmiş olan genç Süleyman, saltanatının ilk yılında Belgrad’ı zapt etmek suretiyle Fâtih’in düşüncesini gerçekleştirmiş oluyordu. Onun, Belgrad’ın hemen arkasından Rodos üzerine yönelmesinde, nikbeti az da olsa ayni psikolojinin etkili olduğunu söylemek mümkün olsa gerekir. Rodos’un fethi hususunda Divan-i Hümayûn’da yapılan müzakerelerde ekseriyet, Rodos seferine taraftar görünmüyordu. Zira bunlar, Şövalyelerin şöhreti, adanın müstahkem olup uzun süre muhasaraya dayanabilmesi ve bir sefer vukuunda Avrupa’nın derhal buraya yardımda bulunabileceğini düşünüyorlardı. Bunlara göre sonu tehlikeli bir macera ile bitecek sefere girişmek doğru değildi. Bu düşünceye karşılık Vezir-i Azam Pirî Mehmed Pasa ile ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa ve denizci Kurdoğlu Müslihiddin Reis, Rodos seferine taraftar olup Avrupa tarafindan endişe edilmemesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. Bu arada casusları vâsıtasıyla Rodos hakkında bilgi toplayan Kanunî, sefere karar verir. Bununla beraber sefere çıkmadan önce, Hammer’in ifadesiyle ” Kur’an-i Kerim’in emrini yerine getirmek için Üstada-i A’zam’a bir mektup gönderir. Bu mektupta Üstada-i Azam teslim olması isteniyor ve arzusu ile itaati kabul ettiği takdirde şövalyelerin hürriyetleri ile mallarına dokunulmayacağına dair, yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah, O’nun elçisi olan Hz. Muhammed ve diğer Peygamberler adına yemin ediyordu.” Fakat bu teklif, Üstada-i Azam tarafindan red edilir. Bu sırada Avrupa devletleri de birbirleri ile mücadele halinde bulunduklarından, Rodos ile ilgilenebilecek durumda değillerdi. Rodos ile ilgilenebilecek tek devlet olan Venedikliler de yapılan ticaret antlaşması ile pasif hale getirilmişlerdi. Divan’da alınan sefer kararından sonra hazırlıklarına başlayan Osmanlı ordusunun basına serdar olarak ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa getirilir. Öte yandan bu seferi haber alan Rodos Üstada-i Azamı Philippe Villiers de l’Isle Adam, bazı tedbirler alarak kaleyi tahkim ettirmiş, yiyecek depolatmış, şehrin önündeki limana zincir çektirmiş, ayrıca Papa ve Fransa’dan da yardim istemişti. Osmanlı donanması, 5 Haziran l522’de 300 gemi ile Çoban Mustafa Pasa komutasında harekete geçer. Donanmada pek çok mühimmattan başka onbin deniz ve itfaiye neferi bulunuyordu. Sultan Süleyman da 2l Receb 928 (l6 Haziran l522) tarihinde İstanbul’dan hareketle Üsküdar’a geçmiş, buradan Kapıkulu askerleri ve sefere memur olan diğer eyâletlerin tımarlı sipahileriyle birlikte karadan yola çıkmıştı. Bu sefere nadir bir istisna olmak üzere, Sadrazam Pîrî Mehmed Paşa’nın amcası olan Şeyhülislâm Zembilli Ali Cemalî Efendi (l503 l525) de katılmıştır. Osmanlı donanması, Rodos yakınlarındaki Gnido adasına varmıştı. 24 Haziran’da Rodos önlerine gelen Osmanlı donanması, Rodos kalesinin dört mil kadar doğusundaki bir limana demir atar. Kaleyi abluka altına alan ordu, Pâdişahin karadan gelmesini bekler. Nihayet Kütahya Aydın yolu ile Marmaris’e, oradan da 28 Temmuz’da Rodos adasına geçen yüz bin kişilik ordu, surlar boyunca mevzilenir. Bu esnada İngiliz, Fransız, İtalyan, İspanyol, Alman ve Portekiz milletlerine mensuba şövalyelerden müteşekkil Rodos müdafileri ise kalenin beş ana burcunu müdafaaya başlamışlardı. Çarpışmalar, 1 Ağustos’ta Alman burcuna top atisi ile baslar. Kanunî, Kızıltepe denen yerde otağını kurdurarak kuşatmayı buradan idare eder. Şiddetle ve birbiri ardınca süre gelen Osmanlı hücumları, beş ay kadar devam eder. Bu arada zaman zaman kısmî basarılar da kazanılmıştı. Sonunda dayanamayacaklarını anlayan şövalyeler, kaleyi teslim edeceklerini Kanunî’ye bildirmek zorunda kalırlar. Yapılan müzakereler neticesi 21 Aralık 1522’de bir teslim antlaşması imzalanır. Buna göre 213 yıllık sonuncu Haçlı Devleti de tarihe karışır. Buna göre Katolik Hıristiyanların Yakin Doğu’dan tamamen uzaklaştırılmaları da sağlanmış olur. Antlaşma gereği şövalyelerin adadan çekilmelerine müsaade edildiği gibi, şehirdeki Hıristiyanların dinî âyin ve inançlarında serbest olmaları, ada sakinlerine beş yıl kadar vergi vermemeleri ve kendilerinden devşirme alınmaması gibi imtiyazlar da bahsedilmiştir. Bu arada tanassur etmiş olan (Hıristiyanlığı kabul eden) Sultan Cem’in oğlu Murad da yakalanarak iki oğlu ile birlikte ortadan kaldırılır. Şövalyelerin Rodos’u terkinden sonra Pâdişah, 20 Ocak 1523’te Câmie çevrilen Saint Jean Kilisesinde Cuma namazı kılmıştı. Bu namazda imamlığı, sefere iştirak etmiş olan Şeyhülislâm Zembilli Ali Cemalî Efendi yapmıştı. Rodos, Midilli sancağına bağlanarak Dindarzade Mehmed Bey’in idaresine verilmiştir. Osmanlılar, ayrıca bu sefer sonrası Anadolu sahillerinde Bodrum, Aydos, Tahtalı kalelerini, Leros, Sömbeki, Kalimnos, Limonsa adalarını ele geçirmişlerdir. Böylece Rodos kalesi ve edesiyle birlikte Oniki adanın tamamı ve Bodrum da teslim olmuştu. Bodrum’un fethi, Anadolu tarihi bakımından da önemlidir. Zira burası, Anadolu’da Hıristiyanların elinde bulunan tek toprak parçası idi. 29 Aralıkta Kanunî, Rodos şehrine girip kaleyi gezer. Bu günlerde Hıristiyanlık âleminde Noel kutlanıyordu Papa İkinci Hadrianus, Roma’da Saint Pierre’de Noel âyinini icra ederken, kilisenin saçağından bir tas düşüp Papanın ayağına doğru yuvarlanır. Kardinaller bu hâdiseyi muhasarası aylardan beri devam eden Rodos’un düşmesine işaret saydılar. Rodos’un fethi, Türk topçuluğunun Avrupa topçuluğu karsısındaki üstünlüğünü gösterdiği gibi, o çağda alınması adeta mümkün görülmeyen ve Hıristiyanlığın İslâm âlemine doğru bir kalesi sayılan adanın zaptı, Avrupa’da büyük bir hayret ve teessür uyandırmıştır. Bu arada Rodos’un fethini müteakibe Rodos hapishanelerinde bulunan altı bin kadar Müslüman esir de kurtarılmıştır. Rodos’a derhal Türk göçmenleri yerleşmeye başladılar. Birçok câmi, imâret, mektep, medrese, çeşme ve yol yapılıp ada imar edilir. Rodos, bir sancak merkezi olur. Buraya devamlı olarak bahriye sancakbeyleri (Tümamiral) vali tayin edildi. 2 Ocak günü aksam üzeri Kanunî Yeşil Melek kadırgasına binip Rodos’tan ayrılır. Anadolu’da Marmaris’e geçer. 3 Ocak’ta da Marmaris’te idi. Aydın, Midilli, Karaşi, Menteşe ve Saruhan sancakbeylerine, Anadolu beylerbeyimi Kasım Paşa’nın nezaretinde Rodos’taki inşaat, imar ve iskân isleri bitinceye kadar adada kalmalarını emrettikten sonra İstanbul’a doğru yola çıkan Kanunî 26 günde İstanbul’a varır. 29 Ocak l523’te yedi ay on iki gün süren bu ikinci sefer-i hümayûnunu bitirerek İstanbul’a gelmiş olur. Bu arada Osmanlı donanması da İstanbul’a döner. Rodos’un fethi edilmesi ile ilgili olarak gönderilen zafer namelere Venedik mukabelede bulunduğu gibi Sah İsmail de cülûstan beri ilk defa olarak taziyet ve tebrik vecibesini yerine getirmiş, Rodos fethinden dolayı da memnunluğunu bildiren bir mektup ile bir elçi göndermişti. Rodos’un fethi ile Avrupa’da Kanunî’nin şöhreti biraz daha artmış oluyordu. Belgrad ve Rodos’un, Hıristiyan dünyasının bu iki kilit noktası sayılan müstahkem kalelerinin Kanunî tarafindan düşürülmesi, Osmanlıların ileride başaracakları daha büyük fetihleri için bir işaret sayıldı. 1524 Mısır’da Hain Ahmed Paşa isyanı, Kazan Hanlığı’nın Osmanlı’ya tabiiyeti 1525 İlk Fransız elçisi İstanbul’da 1525 Şeyhülislam Zembili Ali Efendi’nin ölümü 1526 Mohaç Meydan Savaşı Mohaç Meydan Savaşı Mohaç Meydan Savaşı 29 Ağustos 1526’da, Osmanlı İmparatorluğu ve Macaristan Krallığı orduları arasında meydana gelen ve Macaristan’ın büyük bölümünün Osmanlı hakimiyetine girmesiyle sonuçlanan savaştır. Savaş, sayıca üstün Osmanlı ordusunun hafif süvarileri (60.000), o zamana kadar Avrupalıların karşılaşmadıkları 300 seyyar top ve etkin tüfek kullanımı sayesinde, Macar ordusunun esas gücü olan ağır süvarilerini kısa sürede kaybetmelerini takiben, ağır bir Macar yenilgisi ile sonuçlanmış, sadece iki saat sürmüştür. Dünyanın en kısa süren meydan muharebesidir. Osmanlı’nın kaybı 150 şehit olup, Macaristan’ın ise 175.000 kişidir. 1527 Bosna’nın fethi’nin tamamlanması 1528 Piri Reis’in Kanuni Sultan Süleyman’a ikinci dünya haritasını takdim etmesi 1529 I.Viyana kuşatması, Budin’in istirdadı I.Viyana Kuşatması I. Viyana Kuşatması, 27 Eylül-16 Ekim 1529 tarihlerinde Avusturya Arşidüklüğü’nün başkenti Viyana’nın Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından kuşatılmasıdır. Başarısız olan kuşatma sonucunda kale alınamamış ve Osmanlı ordusu İstanbul’a geri dönmüştür. Mohaç Savaşı (1526) sonrasında Budin’in Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmesinin ardından, savaşa katılmamış olan Erdel voyvodası János Szapolyai Macar kralı olarak taç giymişti. Kanunî Sultan Süleyman 16 Ekim 1526’da Macaristan tacını Szapolyai’ye veren târihî fermanını imzaladı. Mohaç Savaşı öncesinde kral II. Layoş dolayısıyla Macaristan ile bağlantılı olan, ancak savaş sonrasında Osmanlı ordularının girmediği Bohemya, Moravya, Slovakya ve Silezya gibi ülke ve bölgeler ise, II. Layoş’un karısının ve Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlken’in kardeşi olan Avusturya arşidükü Ferdinand’da kaldı. Kanunî Sultan Süleyman İstanbul’a döndükten sonra harekete geçen Ferdinand, Pressburg’da Osmanlılara karsı olan asillerden teşekkül ettirilmiş bir diet meclisi toplayarak kendini Macaristan ve Bohemya kralı ilan ettirdi. Bu olay, Macaristan’da egemenlik için Osmanlı-Avusturya rekabetini başlattı. Kanunî Sultan Süleyman, Mohaç zaferi sonrasında fethedilen geniş Macar topraklarının Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu ile bağlantılı bir hükümdarın eline geçmesine müsaade edemezdi. Bu durum, bölgedeki güçler dengesinin Osmanlı İmparatorluğu aleyhine bozulmasına yol açabilirdi. Ağabeyi Habsburg İmparatoru Şarlken’in de desteğini alan Ferdinand, Osmanlı ordusu geri döndükten sonra saldırıya geçti ve Tokaj meydan muharebesinde Szapolyai’yi yenerek Budin’i ele geçirdi. Lehistan’a kaçan Szapolyai Osmanlı İmparatorluğu’ndan yardım istedi. Kanunî Sultan Süleyman sefer hazırlıklarıyla meşgulken, Macaristan’dan fethedilen arazinin geri verilmesi karşılığında barış yapmak isteğiyle Ferdinand’in elçileri geldi. Fakat Habsburgları Macaristan’dan çıkarmak, Ferdinand’a gözdağı vermek, Habsburg ordusunu yakalayıp yok etmeyi amaçlayan Kanunî Sultan Süleyman, o zamanın âdetleri gereği elçileri tevkif ettirdi. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra serbest bırakıp savaş için yola çıktığı haberiyle Ferdinand’a gönderdi. 10 Mayıs 1529’da İstanbul’dan yola çıkan Kanuni Sultan Süleyman 20 Haziran’da Sofya’ya ve 18 Ağustos’da Mohaç ovasına ulaştı. Szapolyai de 6000 Macar askeri ile orduya katıldı ve burada padişahın elini öptü. Eylül’de Budin’i kuşatan Kanuni Sultan Süleyman, teslim teklifinin reddedilmesi üzerine şiddetli bir muhasara savaşına başladı. 8 Eylül’de Budin kalesinin kapılarından biri ele geçirilip genel hücum başlatılınca, ümit kalmadığını anlayan müdâfiler, hayatlarına dokunulmamak şartıyla kaleyi teslim ettiler. Kısa zamanda gösterilen bu muvaffakiyet karşısında, Osmanlı hâkimiyetine daha fazla karşı duramayacağını anlayan Boğdan voyvodası IV. Petru Rareş de ordugâha gelerek bir tâbiiyet antlaşması imzaladı. Elbasan sancakbeyi Hasan Bey’i Budin’de muhafız bırakan Kanunî, 12 Eylül’de Macar taht şehrinden ayrılıp Viyana üzerine yürüdü. Bu arada Ferdinand’in adamları tarafından kaçırılmak üzereyken İzvornik sancakbeyi Sultanzâde Bâli Bey’in ele geçirdiği Macar kraliyet tacı, yeniçeri sekbanbaşısı tarafından Szapolyai’ye giydirildi. Budin kalesinin fethinden sonra Osmanlı ordusu Avusturya üzerine yürüdü. Kanuni’nin esas amacı şehri fethetmek değil, Avusturya’ya gözdağı vermekti. Kanunî Sultan Süleyman, 22 Eylül’de Avusturya sınırını geçti. Ertesi gün Bâli Bey’in kardeşi Semendire sancakbeyi Sultanzâde Mehmed Bey, Alman öncü kuvvetlerinin büyük bir kısmını Viyana’nın on beş kilometre güneydoğusundaki Bruck kasabası yakınlarında imha etti. Esir edilen Alman kuvvetleri komutanı Christophe Von Zedlitz ve alti general Sultan’a gönderildi. 27 Eylül’de Viyana önlerine gelen Ordu-yu hümayun, Avusturya Arşidüklüğü’nün başkentini muhasaraya başladı. Kanunî Sultan Süleyman, 120.000 (Türkleri, Sırplar, Rumenler) kişilik bir orduyla Budin’den ayrılıp Viyana üzerine yürüdüğü haberi duyulunca, sadece Avusturya ve Almanya’da değil, bütün Avrupa’da bir korku başlamış, Osmanlı ilerlemesi karşısında, o sırada had safhada olan mezhep mücadeleleri bile bir tarafa bırakılarak, Viyana’ya yardım seferi başlatılmış ve Avrupa’nın her yerinden muhtelif milletlere mensup yardım kuvveti gelmeye başlamıştı. Muhâsaradan biraz evvel bu kuvvetlerin büyük bir kısmı kaleye yerleşmişti. Ferdinand şehri terkederek kaçmış, yerine ihtiyar ve tecrübeli bir asker olan Kont Nicolos Von Salm’i kale komutanı olarak bırakmıştı. Müdâfaa hazırlıklarına başlayan Kont Salm de, Türk ordusu gelmeden Viyana yakınlarındaki mahalleleri tamamen yakıp yıkmış, birinci istihkâm hattından yirmi adim içerde ikinci bir istihkâm inşa etmiş, Tuna sahillerine kazıklar diktirerek müdâfaa için gerekli tedbirleri almıştı. Osmanlı humbaracılarının yakıcı tesirlerinden korunmak için evlerin ahşap çatılarını yıktırmış, top güllelerinin tesirini azaltmak için de, sokakların kaldırımlarını söktürmüştü. Ayrıca iki ay yetecek kadar erzak temin edip, şehirdeki sivil halkı dışarı çıkarmıştı. Kanunî Sultan Süleyman, Viyana’ya gelirken hiç bir zaman kaleyi alma gayesini gütmemiş, istediği zaman bunu gerçekleştirebileceğini göstererek göz dağı vermek istemişti. Üstelik yeni fethedilmiş olan Macaristan’da idare tam olarak yerleşiklik kazanmadan Viyana’nın da alınıp askerin çok geniş bir alana yayılması, stratejik bakımdan hatalı olurdu. Kışın yaklaşmasına ve kale çevresinin yoğun yağmurlar sebebiyle bataklık hâline gelmiş olmasına aldırmadan kaleyi kuşatmıştı. Kaleyi muhasaraya başlayan Kanunî Sultan Süleyman, on yedi gün boyunca döverek, şehrin surlarını iyice tahrip etmişti. Bu sırada bir Osmanlı güllesinin isabetiyle kale komutanı Kont Salm de öldürülmüştü. Bununla birlikte kuşatma uzuyor; kış aylarının tahrip edici etkisi ve beklenen top mühimmatının gecikmesi Osmanlı ordusu için kuşatma şartlarını zorlaştırıyordu. Çevreden aldığı istihbaratlar sonunda Viyana’ya yüzelli kilometre uzaktaki Linz’de bir Alman ordusunun toplandığı anlaşılınca, Kanunî, orduya muhasarayı kaldırma emrini verdi. Aynı zamanda çeşitli beyler kumandasındaki akıncı kuvvetlerini akına göndererek, Avusturya, Güney Almanya (Bavyera), Moravya, Bohemya, Yukarı Macaristan (şimdiki Slovakya), Silezya ve Slovenya gibi Habsburg’lara bağlı ülkelerde saldırılar düzenletti. 16 Ekim’de Viyana önlerinden hareket eden ordu-yı hümâyûn, 25 Ekim’de Budin’e, 16 Aralık’ta da İstanbul’a döndü. 1532 Alman Seferi, Kanuni’nin Graz’ı fethi 1533 Osmanlı Almanya arasında İstanbul Antlaşması 1533-1534 Barbaros’un Osmanlı hizmetine girişi ve Cezayir Beylerbeyliği’ne tayini Kanuni’nin Barbaros Hayrettin Paşa’yı Huzuruna Kabulü 1534 Osmanlı-İran Savaşı’nin açılışı, Tebriz’e ikinci defa giriş ve Bağdat’ın alınışı 1534 Şeyhülislam İbn-i Kemal’in ölümü 1535 Tunus’un kaybedilişi 1536 Fransızlara kendi bayrakları ile Osmanlı limanlarında ticaret hakkı veren ahidname verilmesi 1536 Veziriazam İbrahim Paşa’nın idamı 1537 Körsof-Avlonya seferi 1538 Preveze Zaferi 1538 Hadım Süleyman Paşa’nın Hint Seferi 1540 Venedik ahidnamesindeki Karadeniz’de ticaret imtiyazının kaldırılması 1541 Budin’in kati olarak ilhakı ve beylerbeyiği olması 1543 Estergon’un fethi, Barbaros Hayreddin Paşa’nın Marsilya’ya çıkması 1547 Osmanlı-Habsburg Sulhü 1547 Avusturyalılar’a Osmanlı topraklarında emn ü aman üzere ticaret yapma hakkının tanınması 1548 1534-1555 Osmanlı-İran Savaşı 1550 Süleymaniye Külliyesi’nin inşaası 1551 Trablusgarb’ın fethi 1553 Piri Reis’in ölümü 1553 Fransa ile İstanbul Antlaşması ve Fransa’nın Alman tehdidine karşı himaye altına alınması 1553-1554 Turgut Reis’in Akdeniz seferi, Korsika’yı fethi 1553-1554 Nahcıvan Seferi 1555 İlk Osmanlı-İran antlaşması: Amasya Antlaşması 1555 Kanem-Bornu devletiyle ticaret antlaşması 1557 Dokuzuncu Akdeniz seferi, Fas’ın fethi 1559 Konya Savaşı ve Şehzade Bayezid’in yenilerek İran’a sığınması 1560 Cerbe’nin alınışı 1562 Osmanlı Almanya arasında 1547 antlaşmasının yenilenmesi 1565 Başarısız Malta kuşatması 1565 100 dirhem gümüşten 450 akçe kesilmesi Sultan II.Selim (1566-1574) 1566 Kanuni Sultan Süleyman’ın son seferi: Zigetvar Savaşı ve Sultanın vefatı, II. Selim’in tahta geçişi 1567 Yemen isyanı 1569 Astrahan seferi 1568 Osmanlı ve Almanya arasındaki antlaşmanın tekrar yenilenmesi 1569 Kaptan Kurdıoğlu Hızır Bey’in Sumatra seferi 1571 Kırım Hanı I.Devlet Giray’ın Moskova’yı fethi 1571 İnebahtı hezimeti, Kıbrıs’ın fethi. 1573 Lehistan’ın himaye altına alınışı 1574 Tunus’un fethi Sultan III.Murad (1574-1595) 1574 II. Selim’in vefatı ve III. Murad’ın tahta geçişi 1575 II.Selim’in Edirne’de Mimar Sinan’a yaptırdığı Selimiye Cami’nin tamamlanması 1576 Kanem-Bornu devletinin Osmanlı İmparatorluğu’na bağlılığını bildirmesi 1577 Takiyüddin’in gözlemlerine, kısmen tamamlanan Daru’r-Rasadü’l-Cedid’de (İstanbul Rasathanesi) devam etmesi 1578 Osmanlı-İran Savaşı’nın başlaması 1578 Vadi’üs-seyl Savaşı ve Fas’ın himaye altına alınması Vadi’üs-seyl Savaşı Afrika kıt’asının bütün kuzey kısımları Osmanlı hâkimiyetinde bulunmasına rağmen sadece Fas Sultânlığı müstakil bir devlet halinde bulunuyordu. Ancak son yıllarda Fas’ta taç ve taht kavgaları baş göstermişti. Fas Sultânı Mevlây Muhammed, Portekizlilerle işbirliğine başlamış bulunuyordu. Buna karşılık Fas tahtını ele geçiremeyen Abdülmelik, Osmanlılara sığınıp, kendisinin Fas Sultânlığına getirilmesini istemişti. İsteği kabul edilerek Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa’ya emir verildi. Fas ordusu mağlûp edilerek Abdülmelik, Fas Sultânlığına getirildi (1576). Bu tarihten sonra Fas’ta Osmanlı hâkimiyeti başladı. Bu sırada saltanat iddiasından vazgeçmeyen Mevlây Muhammed Portekizlilerden yardım istedi. Portekiz Kralı Sebastian 80 bin kişilik büyük bir kuvvetle Fas’a geldi. Ramazan Paşa idaresinde Osmanlı ve Fas kuvvetleri 1578 yazında Portekizlileri Vadi’s-sebil Savaşı’nda fena halde bozguna uğrattılar. Kral Sebastian, muharebe meydanında öldü. 1579 Hazar Denizi’nde Osmanlı deniz kuvvetlerinin kuruluşu 1580 İlk İngiliz ahidnamesinin verilişi 1580 İstanbul Rasathanesi’nin donanmayla topa tutularak yıktırılması (22 Ocak) 1581 Maskat’ın fethi 1583 Cizvitlerin Galata’daki Saint Benoit Kilisesi’ne yerleşerek burada St. Benoit mektebini açmaları (18 Kasım) 1583 Meşaleler Savaşı Meşaleler Savaşı Osmanlı ordusu geceleri de süren savaşta binlerce meşale yaktığı için “Meşaleler Savaşı” adı verilmiştir. 3 gün, 3 gece sürdü. Erivan dahil bütün Ermenistan ele geçirildi. Beş yıl süren büyük Kafkas seferinde Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları tam 300 bin kilometrekare büyümüştü. (Bu rakam, yaklaşık olarak bugünkü Türkiye topraklarının yarısına tekabül eder.) 28 Haziran 1584’te İstanbul’a döndü. Muhteşem bir karşılama töreni düzenlendi. Huzura kabul edildi. Padişah bu büyük serdarın oturmasını istedi. Ancak Osman Paşa, edebinden oturamadı. Ancak dördüncü defa ısrar edilince oturabildi. 1585 Tebriz’in alınışı 1585 I. Mombasa seferi (Kenya), Osmanlı nüfuzunun Sofala (Mozambik)’ya varması 1586 İlk Sikke tashihi 1588 Gence seferi 1588 Resm-i tashih-i sikke konulması 1589 İkinci sikke tashihi 1589 II. Mombasa seferi (Kenya) 1590 Ferhat Paşa Antlaşması; Osmanlı’nın doğuda en geniş sınırlara ulaşması 1590 Yeniçerilerin et ihtiyaçlarını karşılamak üzere gümrük resmine “zarar-ı kassabiye” adıyla* %1 oranında ilave yapılması 1592 Lehistan’ın Osmanlı himayesinden çıkışı 1593 Osmanlı-Avusturya savaşı’nın başlaması 1595 Estergon’un düşüşü Sultan Mehmed III 1595 III. Murad’ın vefatı, III. Mehmet’in tahta geçişi 1596 Eğri Kalesi’nin alınışı ve Haçova Savaşı 1600 Sikke tashihi 1601 Kanije Savaşı 1601 İngiliz tüccarının ödeyeceği gümrük resminin %3’e indirileceğinin ahidnameye derci 1603 Osmanı-İran Savaşı’nın başlaması Sultan I.Ahmed (1603-1617) 1603 III. Mehmed’in vefatı, I. Ahmed’in tahta geçişi 1612 Osmanlı-İran Antlaşması 1615 Revan Seferi 1617 İran Savaşı’nın yeniden başlaması 1617 I. Mustafa’nın tahta geçişi 1617 İstanbul’da Mehmed Ağa tarafından Sultan Ahmed Camii’nin inşası Sultan II.Osman (1618-1622) 1618 I. Mustafa’nın hal’i (3 ay tahtta kalmıştır) ve II. Osman’ın tahta geçişi 1618 Sikke tashihi 1618 İran ile Serav Antlaşması 1621 II. Osman’ın Lehistan seferine çıkışı (Hotin seferi) Sultan I.Mustafa (1622-1623) 1622 II.Osman’ın katli ve I. Mustafa’nın yeniden tahta çıkışı 1622 İran ile savaşın yeniden başlaması Sultan IV.Murad (1623-1640) 1623 I. Mustafa’nın tahttan indirilip IV. Murad’ın tahta çıkışı 1624 Sikke tashihi 1634 İlk Şeyhülislam katli (Ahizade Hüseyin Efendi) 1635 IV. Murad’ın Revan seferine çıkışı 1638 Bağdat Seferi ve Bağdat’ın alınışı 1639 Osmanlı-İran sulhü: Kasr-ı Şirin Antlaşması Sultan İbrahim (1640-1648) 1640 IV. Murad’ın ölümü, I. İbrahim’in tahta çıkışı, sikke tashihi 1645 Girit seferinin açılışı, Hanya’nın alınışı Sultan IV.Mehmed (Avcı) (1648-1687) 1648 I. İbrahim’in hal’i, IV. Mehmed’in tahta çıkışı 1648 Kandiye kuşatması 1656 Çanakkale Boğazı’nın Venedik ablukası altına alınması 1656 Çınar Vak’ası 1656 Köprülüler devrinin başlaması 1660 Varad Kalesi’nin alınışı 1663 Uyvar Kalesi’nin fethi 1664 St. Gotthard Savaşı ve Vasvar Antlaşması 1669 Kandiye’nin alınışı, Girit’in tamamıyla Osmanlı hakimiyetine girişi 1672 Lehistan seferi, Kamaniçe’nin alınışı 1672 Bucaş Antlaşması 1673 Fransız tüccarının ödediği gümrük resminin %3’e indirilmesi 1676 Osmanlı-Lehistan sulhü: Zorawna Antlaşması 1678 Ukrayna’da Çehrin seferi 1682 Osmanlı-Rus Antlaşması 1683 II. Viyana Kuşatması, peşinden Ciğerdelen Savaşı ve Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları II.Viyana Kuşatması II. Viyana Kuşatması, 1683 yılında IV. Mehmet devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana’yı kuşatması ile gerçekleşti. 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya arasında yapılan savaşların en uzun süreni bu kuşatma ile başladı. Avusturya, yönetimi altındaki Macarlara iyi davranmıyor, onları ağır vergilerle eziyordu. Ayrıca mezhep hürriyeti de tanımıyordu. Macarlar, baskılara daha fazla dayanamayınca Tökeli İmre’nin başkanlığında ayaklandılar. Kendi güçleriyle başarılı olamayacaklarını anladıklarından Osmanlılardan yardım istediler. Politik nedenlerden dolayı Osmanlı İmparatorluğu uzun yıllardır Macaristan’da ve Avusturya’da Katolik olmayan azınlığa yardımda bulunuyordu.Osmanlılar zaten Tökeli İmre’yi yukarı Macaristan’ın kralı olarak tanıyorlardı. Henüz kuşatmadan önce Osmanlı İmparatorluğu ve Habsburg arasında Vasvar Barışı’nın bir sonucu olarak yirmi yıllık bir sözleşmesi vardı. 1681 ve 1682’de Tökeli İmre ile Habsburg’lar arasındaki sınır çatışması şiddetini artırdı.Habsburg kuvvetlerinin merkezi Macaristan içlerine tecavüz etmeleri, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya Osmanlı ordusunu sefere çıkarmak için IV.Mehmet ve divanını ikna etmek için önemli bir gerekçe oldu. IV.Mehmet, Kara Mustafa Paşa’yı Yanıkkale’ye olduğu kadar ve Komaran kalelerine (ikisi de Kuzeybatı Macaristan’da) operasyon yapmaya ve onları kuşatmaya izin verdi.Osmanlı ordusu 21 Ocak 1682 de seferber edildi ve 6 Ağustos 1682 de savaş ilan edildi. Viyana, Doğu Akdeniz-Almanya ticaret yolu üzerinde oluşu, Tuna üzerinde iç kontrol noktası olması gibi nedenler yüzünden Osmanlı İmparatorluğu’nun stratejik hedeflerinin tam ortasındaydı. Kuşatma için büyük hazırlıklar yapıldı; Avusturya ‘ya ve lojistik merkezlere giden yollar tamir edildi ve yenileri inşa edildi.Cephane, mühimmat, top ve diğer kaynaklar imparatorluğun her yanından bu lojistik merkezlere ve Balkanlar’ın içlerine göderilmesi yapıldı. Lojistik zamanı, Ağustos ve Eylül 1682 de bir istilaya başlamanın mümkün olmadığını ifade ediyordu. Üç aylık bir seferde Osmanlılar kışın Viyana’da olacaklardı. Ama seferin başlaması ve hazırlanması için gereken 15 aylık bir sürede de Habsburglar hazırlancak ve diğer Avrupa krallıklarına yardım için başvuracaklardı. Nitekim kış süresinde Habsgurg’lular ve Lehistan bir antlaşma imzaladılar. Antlaşmaya göre Osmanlılar Krakow’a saldırırlarsa Habsburg kuvvetleri Polonya’ya yardıma gelecekti, karşılık olarak da Leh ordusu Viyana’ya bir saldırı olursa yardıma gelecekti. İlkbaharda Mayıs’ın erken zamanında Osmanlı ordusu Belgrad’ a ulaştı.Daha sonra Viyana şehrine doğru hareket etti. 7 Temmuz’da 40.000 Tatar kuvveti Viyana’nın 40 km doğusuna vardı. Kuşatma süresince Habsburg imparatoru I. Leopold 80 bin Viyanalı ile şehirden kaçtı ve Linz’e yerleşti. Lehistan kralı Sobieski de 1683 yazında antlaşmadaki yükümlülüğünü yerine getirmek için bir yardım sevkiyatı hazırlıyordu. Osmanlı ordusu 14 Temmuz’da Viyana’yı kuşattı.Artakalan 11.000 askerin, 5.000 sivil ve gönüllünün lideri Graf Ernst Rüdiger von Starhemberg teslim olmayı reddediyordu. Viyanalı’lar şehrin etrafındaki evleri ve duvarları tahrip ettiler,yıkıntıları temizlediler ve boş bir alan bıraktılar.Kara Mustafa Paşa bu problemi kuvvetlerine şehre doğruca giden hendek kazmalarını emrederek çözdü. Temel çökertmede Osmanlılar barutu kullanmada usta idiler. Lağımcılar şehir duvarları altında tüneller kazıp, surların altına dinamit yerleştirerek korunakları çökertiyordu. Osmanlılar zamanı hesaba almadılar, mamafih zaman onların tarafında değildi.Bu noktadaki gevşeklikleri,savaşın ilanından sonra ordularını kombine edip ilerlememeleri; yardım kuvvetlerinin ulaşmasına izin verdi.Tarihçiler Kara Mustafa Paşa’nın şehri zenginlikleri ve bozulmamış haliyle ele geçirmek istediğini söylerler. Viyana’ya ise her anlamda yiyecek desteği kesilmişti. Garnizon ve sivil gönüllüler aşırı kayıplara katlanıyordu. Kışla hizmeti öyle bir problem haline geldi ki Graf Ernst Rudiger von Starhamberg herhangi bir asker nöbette uykuda bulunursa öldürüleceği emrini verdi.Ümitsizlik gittikçe artıyordu.Bu sırada Lorraine dükü V. Charles komutası altında olan imparatorluk kuvvetleri, Macar Tökeli İmre ile Viyana’nın 5 km kuzeydoğusunda, Bisamberg’de çarpışıyorlardı. Viyana bozgununun sorumluluğunu taşıyan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Belgrad’da idam edildi. Padişah daha sonra düşünüp yapmış olduğu başarılı hizmetlerden dolayı Kara Mustafa Paşa’nın başının kesilmesini geri almak istemiş ve ikinci bir emirle affedilmesini emretmiştir. Fakat ikinci emir ulaşana kadar görev verilen ulaklar paşayı idam etmişlerdi. Kesilip gömülen başının üzerine seng-i ibret (ibret taşı) konuldu. Osmanlının bu hezimeti Avrupa’da büyük sevinçle karşılandı. Artık Osmanlıların yenilmez olmadıklarını gören Avrupa, karşı hücuma kalkmaya başladı. Psikolojik savaş olarak ta Osmanlı üzerinde büyük bir kayıp, Avrupalılarda ise büyük bir kazanç olarak değerlendirildi. Bu savaş sonucunda Osmanlının gerileme devrine girdiği kabul edilmektedir. Kuşatma sonrası kurulan Kutsal İttifak Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları’na neden oldu. 1685 Uyvar’ın elden çıkışı 1685 Saraydaki altın ve gümüşten sikke basımı 1686 Budin’in düşüşü. Sultan II.Süleyman (1687-1691) 1687 IV. Mehmed’in tahttan indirilmesi, II. Süleyman’ın tahta çıkışı 1687 Eğri Kalesi’nin düşüşü 1687 İkinci Mohaç Savaşı 1687 Bir akçe itibarı değerli “mankur” un piyasaya çıkarılması 1688 Belgrad’ın elden çıkışı 1690 Kanije Kalesi’nin düşüşü 1690 Belgrad’ın geri alınışı 1690 Fransızların Mısır’da ödediği gümrük resminin %3 olarak tesbiti Sultan II.Ahmed (1691-1695) 1691 II. Ahmed’in tahta çıkışı 1691 Salankamen Savaşı Salankamen Savaşı Salankamen Savaşı Osmanlı ordusu ile Habsburg Ordusu arasında 19 Ağustos 1691 günü meydana gelen ve Kutsal İttifak Savaşları’nın parçası olan bir savaştır. Fazıl Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Tisza ırmağının Tuna ile karıştığı yerde Avusturya ordusu ile karşılaştı. Avusturya ordusu ateş gücü yüksek piyade ve sahra toplarına sahipken Osmanlı ordusu sayı bakımından üstündü. Bu arada Kırım Hanı’nın ordusu da Osmanlı ordusunun yanında savaşmak için ilerliyordu. Fazıl Mustafa Paşa üst düzey komutanlarının da sözünü dinleyerek Kırım Tatar ordusunu ve yardımcı kuvvetleri beklemeden saldırıya geçti. Salankamen Savaşı’nın anısına savaş yerine dikilmiş anıt. Çok yoğun çarpışmalar sonucu Avusturya ordusunda ilk dağılmalar başladı. Osmanlı kuvvetleri Tuna’da ele geçirdikleri 800 kayık dolusu düşman erzağını yakmıştı. Avusturya ordusu son büyük taarruza geçmeye kalktı ve 30 bin askerle Osmanlı ana hattına saldırdı. Bu çatışma denge halinde devam ederken Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’nın alnına bir kurşunun isabet edip Paşa’nın şehit olması Osmanlı hatlarının çözülmesine yol açtı. Osmanlı ordusunun bocaladığını gören Habsburg kuvvetleri tam taarruza geçtiler. Kırım Hanı savaş yerine geldiğinde dağılmış Osmanlı ordusuyla karşılaştı. Sultan II.Mustafa (1695-1703) 1695 II. Ahmed’in ölümü ve II. Mustafa’nın tahta çıkışı 1697 Zenta Savaşı Zenta Savaşı Zenta Savaşı Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya orduları arasında, 11 Eylül 1697’de, Tisa Irmağı kıyısındaki Zenta’da yapılan ve Osmanlıların büyük yenilgisiyle sonuçlanan savaştır. Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları’nın son önemli çarpışması olan bu savaşın ardından 1699’da Karlofça Antlaşması imzalanmıştır. 1698 Şehremini Baruthanesi yangını 1699 Karlofça Antlaşması’nın imzalanması (26 Ocak) 1700 Ruslar’la İstanbul Antlaşması’nın imzalanması 1702 İskender Çelebi Bahçesi’ndeki (bugünkü Ataköy) yeni baruthanenin faaliyete geçmesi 1703 Edirne Vak’ası Sultan III.Ahmed (1703-1730) 1703 III. Ahmed’in tahta çıkışı 1703 “Tuğralı” altın paranın piyasaya çıkarılması 1711 Prut Savaşı ve Barışı Prut Savaşı Prut Savaşı, (1710-1711) Rusya’yla Osmanlı İmparatorluğu arasında yapılmış bir savaştır. Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ile mücadelesinde kendi lehine bir zemin yaratmak istiyordu. Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Ortodoks toplumları kışkırtarak Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıflatacak ve yapacağı savaşlarda daha önce kaybettiği toprakları geri alacaktı. Eflak ve Boğdan Beylerini Osmanlılara karşı kışkırtan Rus Çarı I. Petro, Poltova Savaşı’nda İsveç Kralı XII. Karl’ı (“Demirbaş Şarl”) yenince, Demirbaş Şarl Osmanlılara sığındı. İsveç Kralını kovalayan Rus birliklerinin Osmanlı topraklarına akınlar düzenlemesi üzerine ve Bender’de mülteci bulunan Demirbaş Şarl’ın İstanbul’a yazdığı mektuplarla Rusya aleyhine yaptığı kışkırtmanın etkisi ile Sultan III. Ahmed Rusya’ya karşı savaş ilan etti (1711). Sadrazamlığa getirilen Baltacı Mehmet Paşa, 200.000 kişilik bir orduyla Tuna’yı geçerek Eflak’a girerken, Osmanlı donanması da Karadeniz’e açıldı. Osmanlı kuvvetleri, Kırım Ordusunun da desteği ile Rus birliklerini Prut Nehri kıyısında Stanileşti kasabası yakınında çember içine aldılar. O an için kurtuluş imkânı bulunmayan Rus Çarı Deli Petro, Moskova’ya bir mektup yazarak durumun zorluğunu ve ümitsizliğini anlattı. Çariçe I. Katerina araya girerek Osmanlı İmparatorluğu’na barış teklifinde bulundu. Hem Kırım Hanı, hem de İsveç Kralı saldırıya geçilip Rus ordusunun yok edilmesini savunuyorlardı. Ancak Baltacı Mehmet Paşa, Deli Petro’nun ordusunun etrafını sarmışken, Çariçe Birinci Katerina’nın araya girmesi üzerine veya isyan belirtileri gösteren Yeniçerilere güvenmemesi nedeniyle barışı kabul etmiştir. 22 Temmuz 1711’de taraflar arasında bir antlaşma yapılmıştır. Antlaşmanın imzalanmasından Sultan III. Ahmed de memnun olmuştu. Ancak ordusunu muhasaradan kurtaran Çar I. Petro’nun, vaatlerini yerine getirmemesi, sadrazama karşı İstanbul’da bir muhalefet grubunun oluşmasına yol açtı. Baltacı ile Katerina arasında ne tür bir ilişki kurulduğuna dair zaman içinde geniş kapsamlı söylentiler, tartışmalar ve literatür oluşmuştur. Ancak bilimsel anlamda yapılan araştırmaların, Prut Savaşı sırasında Baltacı ile Katerina arasında bir buluşmanın gerçekleşmediğini ortaya koyduğu söylenmektedir. Kuşatma sırasında yeni bir kutsal ittifakın oluşturulabileceği düşüncesine sahip olan ve Osmanlı ordusunun çok yıpranacağı endişesini taşıyan Baltacı Mehmet Paşa barış yapılmasını kabul etti (21 Temmuz 1711). İmzalanan Prut Antlaşması ile Azak kalesi Osmanlılara geri verildi. Ruslar, İstanbul’da devamlı bir elçi bulundurmayacak ve İsveç Kralı Şarl’ın serbestçe ülkesine dönmesine izin vereceklerdi.Osmanlı İmparatorluğu bu antlaşmadan yeterince faydalanamamıştır. 1715 Venedik ile savaş ve Mora Seferi 1718 Pasarofça Antlaşması; Lâle Devri’nin Başlangıcı Lâle Devri Lâle Devri, Osmanlı İmparatorluğu’nda, 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir. Bu dönemin padişahı III. Ahmet, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır. Zevk ve sefâ devri olarak bilinir. Adını, o dönemde İstanbul’da yetiştirilen ve zamanla ünü dünyaya yayılan lale çiçeklerinden alır.Bu dönem gerileme dönemine dahil olmaktadır. Nedim, Lâle Devri’nin günlük hayatını ve İstanbul’un tasvirini aşağıdaki unutulmaz mısralarla yapmıştır: Bu sehri İstanbul kî, bî misl ü behâdir; Bir sengine yekpare Acem mülki fedadir. Bazari hüner madeni ilm ü ulemadir. İnce ve hassas bir ruha sahip olan Sultan III. Ahmet, sadrazam Damat İbrahim Paşa ile uyum içerisinde çalışmış, bu sırada yaşanan Lâle Devri’nde sanata, edebiyata ve toplumsal hayata özgün bir anlayış getirilmişti. Sultan III. Ahmet, Topkapı Sarayı ile Yeni Câmii’de birer kütüphane, Ayasofya’da Bâb-ı Humâyun’un karşısında Türk sanat şaheserlerinden sayılan Sultan Üçüncü Ahmet Çeşmesi ve İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak amacıyla da Deryayi Sim adlı bir su bendi inşa ettirmiştir. Bunlardan başka Üsküdar Yeni Vâlide Câmii, Çorlulu Ali Paşa Medresesi, Damat İbrahim Paşa Camii ve Külliyesi, İstanbul’da Yeni Postane arkasında Daarül Hadis ve Sebil, Ortaköy Camii önündeki çeşme, Üsküdar Şemsi Paşa’da Hüsrev Ağa Camii önündeki çeşme ve Çubuklu Camii yanındaki Mesire Çeşmesi gibi eserler yine bu dönemde yapılmıştır. Dönemin belki de en gözde eseri olan Sâdâbâd, maalesef günümüze kadar gelememiş, bize yıkıntıdan fazla bir şey kalmamıştır. Halkın büyük bir kısmı zor durumdayken İstanbul’da bazı devlet büyüklerinin rahat bir yaşam sürdürmeleri, eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep oluyordu. Patrona Halil isimli bir hamam tellakı bu durumdan memnun olmayan halkı da yanına katarak isyan çıkardı. İsyan sonucu Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edildi ve yakınları öldürüldü. Padişah III. Ahmet tahttan indirildi ve yerine I. Mahmut getirildi. 1718 Valilerin sefer masraflarını karşılamak üzere “imdadiyye-i seferiyye” toplamalarının kabulü 1720 Batıya hediye gönderilen ilk mehter takımı (III. Ahmed tarafından Lehistan’a) 1720 III. Ahmed için tasvirleri Levni tarafından yapılan Surname-i Vehbi 1721 Çelebi Mehmed Efendi’nin sefaret vazifesiyle Fransa’ya gidişi 1723 İran seferinin üç cepheli olarak açılışı 1724-1725 Tebriz ve Cence’nin alınışı 1726 İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk matbaasının kuruluşu 1729 “Zer-i mahbub” adıyla yeni bir altının piyasaya sürülmesi 1729 Cevheri’nin Lügat-ı Sıhah’ının Vankulu tarafından yapılan tercümesinin matbaada basılan ilk kitap olması Sultan I.Mahmud (1730-1754) 1730 Patrona Halil isyanı, III. Ahmed’in hal’i, Lâle Devri’nin Bitimi, I. Mahmud’un tahta çıkışı 1733 İran Savaşı’nın hızlanması, Nadir Şah’ın başarıları 1735 Bonneval Ahmed Paşa (Comte de Bonneval) nezaretinde Humbaracı Ocağı’nın kurulması 1735 Osmanlı-Avusturya-Rus Savaşları 1739 Belgrad Antlaşması 1739 Rus tüccarlarına Karadeniz hariç olmak üzere, Osmanlı suları ve topraklarında ticaret hakkı tanınması 1746 Osmanlı-İran barışı (Kerden Antlaşması) 1751 Osmanlı musikisi üzerine Batıda yazılan ilk eser (Charles Fonton’un Essai’si) Sultan III.Osman (1754-1757) 1754 I. Mahmud’un ölümü, III. Osman’ın tahta çıkışı Sultan III.Mustafa (1757-1774) 1757 III. Osman’ın ölümü, III. Mustafa’nın tahta çıkışı 1768 Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlaması 1770 Rus filosunun İngilizler’in yardımıyla Akdeniz’e girmesi 1771 Kırım’ın işgali 1772 Tersane yakınlarında Topçu Mektebi’nin kurulması 1773 Mühendishane-i Bahri-i Hümayun’un kuruluşu 1773-1774 Darphanenin Hazine-i Amire’nin yedeği vazifesini görmeye başlaması 1774 Avrupa tarzında teşkil edilmiş olan Sürat Topçuları Ocağı’nın kurulması Sultan I.Abdülhamid (1774-1789) 1774 III.Mustafa’nın ölümü, I.Abdülhamid’in tahta çıkışı 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ve Ruslar’a Karadeniz’de seyrüsefer hakkı tanınması (21 Temmuz) 1776 Mühendishane-i Bahri-i Hümayun’un açılışı; Aynalıkavak Antlaşması 1783 Rusya’nın Kırım’ı ilhakı 1784 Avusturyalılar’a Karadeniz’de seyrüsefer hakkı verilmesi 1784 Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya’nın Kırım’ı ilhakını bir “sened” ile resmen tanıması (8 Ocak) 1787-1788 İstanbul’da bulunan Fransız uzmanların ve subayların tamamen ülkelerine dönmeleri 1787 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ilanı (17 Ağustos) 1788 Yılan Adası Deniz Savaşı 1788 Rusya’nın müttefiki sıfatıyla Avusturya’nın da savaşa girmesi (9 Şubat) 1789 Özi Kalesi’nin Ruslar tarafından zaptı Sultan III.Selim (1789-1807) 1789 I. Abdülhamid’in ölümü ve III. Selim’in tahta çıkması (7 Mayıs) 1789 Osmanlı-İsveç ittifakı 11 Temmuz 1790 İlk resmi Ermeni mektebinin Kumkapı’da açılması 1790 Osmanlı-Prusya ittifakı (31 Ocak) 1790 Avusturya’nın Prusya tarafından barışa zorlanması. Reichenbach Konvansiyonu (27 Temmuz) 1790 Yergöğü Mütarekesi (18 Eylül) 1790 Kili ve İsmail kalelerinin Rusya tarafından zaptı 1791 Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki son savaşın bitirilmesi. Ziştovi Antlaşması (4 Ağustos) 1791 Rus Savaşı’nın sonu. Kalas Mütarekesi (11 Ağustos) 1792 Nizam-ı Cedid hareketinin başlaması 1792 III. Selim devrinde 100’lük guruş basılması 1792 Yaş Antlaşması (10 Ocak) 1793 Daimi elçiliklerin ıslahı ve Londra, Paris ve Viyana’da daimi elçilik ihdası 1793 Nizam-ı Cedid Ordusu’nun Kuruluşu Nizam-ı Cedit Geçit Töreninde 1793 Hasköy’de Mühendishane-i Cedide’nin açılması 1793 Zahire Nezareti’nin kurulması 1793-1794 Baruthane-i Amire’de İngiliz perdahı barut imaline başlanması 1794 Halkalı’da yapılan Azadlu Baruthanesi’nin faaliyete geçmesi 1795 Lehistan’ın Avrupa haritasından silinmesi 1795 Mühendishane-i Berr-i Hümayun’un açılışı; Osmanlı sarayında ilk yabancı bando (Napolyon’un III. Selim’e gönderdiği) 1797 Paris, Viyana ve Berlin’de daimi elçilikler ihdası 1797 Pazvandoğlu isyanı 1797 Venedik Devleti’nin ortadan kaldırılması (17 Eylül) 1798 Fransa’ya karşı Osmanlı-Rus ittifakı (3 Ocak) 1798 Fransa’nın Mısır’a saldırması (1 Temmuz) 1798 Fransa’ya savaş ilanı (3 Eylül) 1799 Fransa’ya karşı İngiltere ile ittifak (5 Ocak) 1799 Napolyon’un El-Ariş ve Gazze’yi ele geçirmesi (Şubat) 1799 Napolyon’un Akka’da Cezzar Ahmed Paşa tarafından mağlup edilmesi (Mayıs) 1799 Napolyon’un Fransa’ya dönmesi, Mısır’ın işgalinin devamı (Ağustos) 1800 Takvimlerin Jacques Cassini Zicin’e göre hazırlanmaya başlaması 1800 Rus ve Osmanlı kuvvetlerinin Yedi Ada Cumhuriyeti’ni kurmaları (Mart) 1801 Kara Mühendishanesi hocalığına Hüseyin Rıfkı Tamani’nin getirilmesi 1801 Mısır’ın tahliyesine dair mütareke (Ağustos) 1802 Fransız ve İngiliz gemilerinin kendi bayrakları altında Karadeniz’e çıkmalarına müsaade edilmesi 1802 Paris Antlaşması. Fransa ile barış (25 Haziran) 1804 Sırp isyanlarının başlaması (Şubat) 1805 Avrupa tarzında ilk hastane’nin Kasımpaşa’daki Tersane-i Amire’de açılması 1805 Osmanlı İmparatorluğu’nun Napolyon’un “İmparator” unvanını tanıması 1805 Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’a vali olarak tayini (Temmuz) 1806 Nizam-ı Cedid’in başarısızlığı ve gerilemesi. İkinci Edirne Vak’ası 1806 Osmanlı-Rus Savaşı 1806 III. Selim’in Mühendishan-i Berri-i Hümayun kanunnamesi 1806 Tersane Tıbbiyesi’nin kurulması (Ocak) 1806 Memleketeyn’in Rusya tarafından işgal edilmesi (Ekim) 1807 Vehhabi isyanının had safhaya varması. Haccın engellenmesi 1807 İngiltere’nin Rusya’nın yanında Osmanlı savaşına iştiraki ve İngiliz filosunun İstanbul önlerine gelmesi (20 Şubat) 1807 İngiliz filosunun İskenderiye’ye saldırması ve Mehmed Ali Paşa tarafından mağlup edilmesi (Mart Eylül) 1807 Nizam-ı Cedid’e karşı ayaklanma (25 Mayıs) Sultan IV.Mustafa (1807-1808) 1807 III. Selim’in tahttan indirilmesi ve Nizam-ı Cedid’in ilgası (29 Mayıs) 1808 Mustafa Rakım’ın celi sülüs ve tuğra’ya yeni üslubunu getirişi (29 Mayıs) Sultan II.Mahmud (1808-1839) 1808 Alemdar Mustafa Paşa’nın müdahalesi, IV. Mustafa’nın tahttan indirilmesi, III. Selim’in katli, II. Mahmud’un tahta çıkması (28 Temmuz) 1808 Sened-i İttifak : Devletin ayanlarla uzlaşması (29 Eylül) 1808 Yeniçeri Ayaklanması: Alemdarın Sonu (15-16 Kasım) 1809 İngiltere ile süren savaşın sonu : Kal’a-i Sultaniyye Antlaşması (5 Ocak) 1810 II. Mahmud devrinde beşlik “cihadiyye”lerin basılması 1810 İzmir Jimnasium’unun kurulması; Yesarizade Mustafa İzzet’in ta’lik’e son şeklini verişi 1812 Vehhabi ayaklanmasının Mehmed Ali Paşa tarafından bastırılması 1812 Fransız postalarının ilk kuruluşu 1812 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonu: Bükreş Antlaşması, Sırbistan’a özerklik verilmesi (28 Mayıs) 1816 Miloş Obronoviç’in “başknez” olarak tanınması ve Sırbistan’ın özerliğinin temini 1821 Eflak ve Mora’da Rum isyanlarının başlaması (Şubat Mart) 1823 Avrupa ile ticaretin Türk gemileriyle yapılmasına teşebbüs edilmesi 1824 Rum ayaklanmasını bastırmak üzere Mısır kuvvetlerinin çağrılması 1824 Fatih Külliyesindeki Darü’ş-Şifa’nın yıkılması; Sultan II. Mahmud’un Talim-i sıbyan adı ile ferman yayınlaması; St. Pierre mektebinin kurulması 1826 İhtisab müessesesinin düzenlenmesi 1826 Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’nin kurulması (14 Haziran) 1826 Rusya ile Akkerman Antlaşması’nın akdi (7 Ekim) 1827 Osmanlılar’ın İngiliz yapısı ilk buharlı gemiye sahip olmaları 1827 Tıphane-i Amire’nin kurulması; İlk “Marş-ı Sultani” bestesi (G. Donizetti, II. Mahmud’a) 1827 Mukataa Hazinesi’nin Hazine-i Amire’den ayrılması 1827 İngiltere ile Rusya arasında Yunanistan’ın bağımsızlığına dair Petersburg Protokolü (4 Nisan) 1827 Mısır kuvvetlerinin (Kavalalı Mehmet Ali Paşa) Yunan İsyanını bastırmaları, Atina’nın teslimi (Temmuz) 1827 Navarin Deniz Savaşı : Osmanlı-Mısır donanmasının yakılması (20 Kasım) 1828 Rusya’nın savaş ilan etmesi (26 Nisan) (1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı) 1829 Ziya Paşa’nın doğumu; Mahmud Celaleddin’in İstanbul’da vefatı; Şevki Efendi’nin İstanbul’da doğuşu 1829 Deli Teşkilatının kaldırılması 1829 Edirne Antlaşması : Yunanistan’ın bağımsızlığı (14 Eylül) 1830 Mühendishane-i Bahri’nin Heybeliada’daki kışlaya taşınması; Avrupa’ya talebe gönderilmeye başlanması 1830 Katolik Ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması 1830-1831 Nüfus sayımları 1830 Fransızlar’ın Cezayir’e saldırmaları ve ele geçirmeleri (5 Temmuz) 1831 İlk saray konservatuarı (Mızıka-i Hümayun ve Saray Harem Orkestrası) 1831 Tımarların kaldırılması (müessese sembolik olarak daha uzun süre devam etti) 1831-1834 İshak Efendi’nin dört ciltilik Mecmua-i Ulum-ı Riyaziye adlı eserinin basılması 1831 İlk gazete Takvim-i Vekayi’nin neşri (1 Kasım) 1832 Tıphane-i Amire’nin Şehzadebaşı’ndan Cerrahhane’nin bulunduğu binaya nakledilmesi 1832 Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın isyanı 1832 İstanbul-İzmit “posta yolu” nun yapımı 1832 İngiliz postalarının kuruluşu 1832 Topkapı Sarayı’na bitişik Gülhane bahçesinde mevcut binalarda Cerrahhane-i Amire’nin açılması (29 Ocak) 1832 Mısır kuvvetlerinin Konya’da Osmanlı ordusunu yenmeleri (12 Aralık) 1833 Feshanenin kuruluşu 1833 Mısır kuvvetlerinin Kütahya’ya kadar ilerlemeleri (2 Şubat) 1833 Rus kuvvetlerinin yardım amacı ile Beykoz’a asker çıkartmaları ve Rus filosunun İstanbul’a gelmesi (5 Nisan) 1833 Mehmed Ali’nin uzlaşmaya zorlanması : Kütahya Antlaşması (Mayıs) 1833 Mehmed Ali Paşaya karşı Osmanlı-Rus ittifakı : Hünkar İskelesi Antlaşması, Boğazlar’ın diğer devletlere kapatılması (8 Temmuz) 1833 Münchengraetz Antlaşması (18 Eylül) 1834 Maçka Kışlası’nda, Mekteb-i Harbiye’nin kurulması 1834 Mukataat Hazinesi’nin isminin “Mansure Hazinesi” olarak değiştirilmesi 1835 Hazine-i Amire ile darphanenin birleştirilmesi 1835-1845 İlk halk konserleri (Tanburi Aleksan Efendi (1815-1864) İstanbul Süleymanpaşa Hanı’ndaki kahvede) 1836 Umur-ı Hariciye Nezareti’nin kurulması (11 Mart) 1837 Osmanlı yapımı “Eser-i Hayr” adlı buharlı geminin denize indirilmesi (26 Kasım) 1838 Mekteb-i Adli’nin açılması; Sultan II. Mahmud’un ilk öğretim alanında yeni bir teşebbüse girişmesi 1838 Maliye Nezareti’nin kurulması ve Hazine-i Amire’nin darphaneden ayrılıp Mansure Hazinesi’yle birleştirilmesi 1838 Defterdarlığın Maliye Nazırlığı’na çevrilmesi 1838 Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyye’nin kurulması (24 Mart) 1838 İngiliz tüccarına geniş imkânlar tanıyan Baltalimanı Antlaşması’nın imzalanması (16 Ağustos) 1839 Kaime-i mutebere-i nakdiyye’nin çıkarılması 1839 Mekatib-i Rüşdiye Nezareti’nin kurulması; Mekteb-i Tıbbiye’nin Galatasaray’daki yeni binasına taşınması ve mektebin adının Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olarak değiştirilmesi; Mekteb-i Ulum-ı Edebiye’nin açılması 1839-1844 Dr. Bernard’ın Mekteb-i Tıbbiye nazırlığı dönemi 1839-1845 Mekteb-i Fenn-i Nücum’un faaliyet dönemi 1839 Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile savaşın tekrar başlaması, Nizip Savaşı (24 Haziran) Nizip Savaşı Nizip Savaşı 24 Haziran 1839 tarihinde Nizip’te Mısır ile Osmanlı İmparatorluğu arasında meydana gelen savaş. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Kavalalı İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu Hafız Osman Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu imha etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını istemeyen Birleşik Krallık ile Avusturya İmparatorluğu müdahale ederek Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarmıştır. İki ülke donanmalarını yollayarak Mısır ile Suriye arasındaki deniz yolunu kesmiş ve nihayetinde İbrahim Paşa Şubat 1841’de Mısır’a dönmek zorunda kalmıştır. Bu muharebede Hafız Osman Paşa’nın yanında Prusya krallığından gönderilmiş Helmuth von Moltke ve kurmayları yer almıştır. Sultan Abdülmecid (1839-1861) 1839 II. Mahmud’un vefatı üzerine Abdülmecid’in tahta çıkması, Osmanlı donanmasının Mehmed Ali’ye teslimi (1 Temmuz) 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı (3 Kasım) 1840 Ceza Kanunname-i Hümayunu’nun Fransa’dan mülhem bir biçimde düzenlenmesi ve kabulü (3 Mayıs) (14 Temmuz 1851’de bu kanun, Kanun-u Cedid olarak tadilatla yeniden yürürlüğe girer) 1840 Gayri müslim tebaadan Avrupa’ya talebe gönderilmeye başlanması 1840 Tanzimat’ın tatbik edildiği yerlerde temettü vergisi konulma kararı 1840 Bütün hazinelerin Maliye Hazinesi’ne katılması 1840 Posta Nezareti’nin kurulması 1841 Lübnan olayları 1841 İngiltere’nin yardımıyla Mısır meselesinin halli, Mısır’ın veraset usulü ile Mehmed Ali Paşa’ya bırakılması (24 Mayıs) 1841 Londra Boğazlar Antlaşması (13 Temmuz) 1842 Askeri Baytar Mektebi’nin açılması 1843 Hereke Fabrikası’nın kurulması 1843 Zeytinburnu Demir Fabrikası inşaatına başlanması 1844 Tashih-i sikke (1 Şubat) 1844 Feshane’de buhar makinelerinin kullanılmaya başlanması 1845 İzmir’de su kuvvetiyle çalışan kâğıt fabrikasının kurulması 1845 Bahriye Mektebi’nin Heybeliada’daki binasına taşınması; Kadı yetiştirmek için Süleymaniye’de Muallimhane-i Nüvvab medresesinin kurulması; Rüşdiyelerin Darü’l-fünun’a öğrenci yetiştiren orta dereceli mektepler olarak kabul edilmesi 1845 Sultan Abdülmecid’in Meclis-i Vala’yı ziyareti (Ocak) 1845 Meclis-i Muvakkat’ın (Geçici Maarif Meclisi) çalışmalarına başlaması (13 Mart) 1845 Polis (zabıta) teşkilatının kuruluşu (10 Nisan) 1846 Meclis-i Maarif-i Umumiye kurulması; Mekatib-i Umumiye Nezareti’nin kurulması; Başhoca Seyyid Ali Paşa’nın ölümü 1846 Rus Ticaret Muahedesi 1846 Zabtiye müşiriyetinin kurulması (16 Şubat) 1846 Darü’l-Fünun kurmada ilk teşebbüs 1847 Timarlı Sipahi Teşkilatı’nın ilgası 1847 Telgrafın Beylerbeyi Sarayı’nda denenmesi 1847 Dersaadet Bankası’nın kuruluşu 1847 İstanbul’da ilk piyano resitali (Liszt Abdülmecid’e Donizetti’nin Mecidiye Marşı’nı çalıyor); Yeşilköy’de bulunan Ayamama Çiftliğinin ziraat talimhanesi şekline getirilerek ilk pamuk ziaati uygulama eğitiminin burada verilmeye başlanması 1848 Avrupa’da liberal ihtilaller: Polonya ve Macaristan’da milliyetçi ayaklanmalar 1848 Protestan Ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması 1848 İstanbul’da ilk Sanayi Mektebi’nin kurulmasına teşebbüs edilmesi 16 Mart 1848 İstanbul’da Darü’l-Muallimin açılması 18 Kasım 1848 Osmanlı yapımı ilk demir vapurun denize indirilmesi 1849 Veteriner öğretim faaliyetlerine başlanması; Yesarizade Mustafa İzzet’in İstanbul’da vefatı 1850 Ticaret Kanunname-i Hümayunu’nun kabulü 1850 İlk faizsiz kaimenin çıkarılması 1850 Muallim Naci’nin doğumu 12 Mart 1850 Darü’l-Maarif’in öğrenime başlaması 1851 Ceza Kanunname-i Hümayunu’nun kabulü 1851 Londra Sergisi 1851 Akademik karakterde ilk ilmi dernek olan Encümen-i Daniş’in açılması 18 Temmuz 1851 Encümen-i Daniş’in kurulması 1852 Abdülhak Hamid’in doğumu; İstanbul Şark Cemiyetinin (Societe Orientale de Constantinople) kurulması 1853 “Mukaddes yerler” meselesi, Rusya’nın tazyikleri ve Kırım Savaşı’nın patlaması 1853 İstanbul’da I. Abdülmecid tarafından Dolmabahçe Sarayı’nın inşa ettirilmesi 1854 İlk dış istikraz: Borçlanma devrinin ve alışkanlığının başlaması 1854 Meclis-i Vala’nın “Meclis-i Ali-yi Tanzimat” ve “Meclis-i Ahkam-ı Adliye’ye” ayrılması 1854 İhtisab teşkilatının lağvı 12 Mart 1854 Rusya’ya karşı İngiltere ve Fransa ile ittifak 1855 Gayri müslimlerden alınan “cizye”nin kaldırılması 1855 Paris Sergisi 16 Ağustos 1855 İstanbul’da Şehremanetinin kurulması (modern belediye idarelerinin başlangıcı) 9 Eylül 1855 Osmanlı İmparatorluğu’nda telgrafın hizmete girmesi 14 Kasım 1855 Et ve Ekmek dışında hemen bütün maddelerden narhın kaldırılması 1856 Rusya’nın Asya’da Türk illeri istikametinde fetihlere başlamasının şartlarının oluşması 1856 Bank-ı Osmani’nin kurulması 1856 Arap alfabesinin Mors alfabesine uyarlanmasıyla telgrafların Türkçe olarak çekilmeye başlanması 1856 Islahat Fermanı 1856-1860 Köstence-Çernevo’da demiryolu hattının yapımı 1856-1866 İzmir-Aydın demiryolu hattının yapımı 15 Şubat 1856 İstanbul Tıp Cemiyeti’nin (Societe Medicale de Constantinople) kurulması 18 Şubat 1856 Islahat Fermanı’nın ilanı 30 Mart 1856 Paris Barış Antlaşması 30 Mart 1856 Rusya’nın bozguna uğraması 30 Mart 1856 Karadeniz’in tarafsız ve silahsız bir hale getirilmesi 22 Mayıs 1856 İstanbul Tıp Cemiyeti’ne Şahane ünvanının verilmesi ve cemiyetin adının, Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane olarak değişmesi 1857 Orman Mektebi açılması hususunda ilk teşebbüs 1857 Cidde olayları ve İngiliz kuvvetlerinin, müslim-gayri müslim çatışmalarına müdahalesi 1857 Gümrük resminin, eşyanın vardığı değil çıktığı yerde alınması usulünü getiren Mahrec Nizamnamesi’nin yayımlanması 1857-1862 Beyrut Şam şosesinin yapımı 17 Mart 1857 Maarif-i Umumiyye Nezareti’nin kurulması 6 Kasım 1857 Paris’te Mekteb-i Osmani adında bir Osmanlı mektebinin açılması 1858 Ceza Kanunname-i Hümayunu’nun kabulü 1858 Kız rüşdiye mekteplerinin açılması 1858-1859 Emlak, arazi ve temettü vergilerinin ayrılması 6 Haziran 1858 Arazi Kanunnamesi’nin kabulü 8 Haziran 1858 Beyoğlu ve Galata’da kurulacak Altıncı Daire-i Belediyye’nin nizamname-yi umumisi (ilk örnek belediye) 1859 Kaimelerin piyasadan toplanabilmesi için “iane-i umumiyye” toplanması 1859 Fransızca’dan yapılan ilk şiir tercümesi risalesi, Şinasi’nin Tercüme-i Manzume’sinin neşri 12 Şubat 1859 Mekteb-i Mülkiyye’nin kuruluşu 1860 Ticaret mahkemelerinin kuruluşu 1860 İlk basılı yerli tiyatro, Şinasi’nin Şair Evlenmesi’nin tefrika edilmesi 1860-1861 Lübnan ve Suriye Olayları 1860-1861 Lübnan’ın imtiyazlı bir eyalet haline getirilmesi 22 Ekim 1860 Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayına başlaması Sultan Abdülaziz (1861-1876) 1861 Abdülmecid’in vefatı ve Abdülaziz’in tahta çıkması 1861 Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye’nin kuruluşu 1861 Usul-i Muhakemat-ı Ticaret Nizamnamesi’nin kabulü 1861-1866 Rusçuk Varna demiryolu hattının yapımı 9 Haziran 1861 Cebel-i Lübnan mutasarrıflığı’nın hususi statüsünün tesbiti ve Cebel-i Lübnan nizamnamesi 9 Haziran 1861 David Paşa’nın Lübnan’a vali olarak atanması 29 Nisan 1861 Fransız ve İngilizler’le Kanlıca Ticaret muahedelerinin yapılması. Bu muahede dış ticarette gümrük resmi oranının %8’e yükseltilmesi ve esnaflıkta inhisar sisteminin kaldırılması 1862 Tuna vilayetinin kuruluşu ve Mithad Paşa’nın vali olarak tayini 1862 Gümrük resimlerine esas teşkil eden mal fiyatlarında %10 indirim yapıldıktan sonra gümrük resmi alınmaya başlanması 1862 Kaimelerin piyasadan tamamıyla toplanması 1862 Altının değerinin 100 kuruş olarak tesbiti 1862 Roman türünde Batıdan yapılan ilk tercüme, Fenelon’dan Tercüme-I Telemak’ın Yusuf Kamil Paşa tarafından yayınlanması; Cemiyet-I Tıbbiye-i Osmaniye’nin kurulması 1862 Mahrec-i Aklam’ın kurulması 20 Temmuz 1862 Mekteb-i Maarif-i Adliye’nin, “Mekteb-i Aklam” adı altında yeni bir şekle sokulması 8 Ekim 1862 Islah-ı Sanayi Komisyonu’nun teşkil edilmesi 1863 Abdülaziz’in Mısır’a seyahati 1863 Mithad Paşa tarafından Niş’te ilk Islahhane’nin (sonraki yıllarda Sanayi Mektebi) kuruluşu 1863 İstanbul Eczacılık Cemiyeti’nin (Societe de Constantinople) kurulması; Protestan Robert Koleji’nin açılması 1863 Menafi Sandığı’nın kurulması 1863 Mektuplara pul yapıştırılmaya başlanması 1863 Ticaret-i Bahriyye Kanunnamesi’nin kabulü 13 Ocak 1863 Darü’l-Fünun’da, halka açık serbest konferans şeklinde derslere başlanması 18 Şubat 1863 Sultanahmet Sergisi’nin (Sergi-i Umumi) açılışı 1864 Mekatib-i Sıbyan-ı Müslime Komisyonu’nun kurulması; Mekteb-i Harbiye dahilinde Erkan-ı Harp sınıfının açılması; Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye’nin (Darü’ş-Şafaka) kurulması; İlk basılmış nazariyat kitabı (Haşim Bey’in Mecmu’atü’l-Makamat’ı) 1864 İyonya adalarının (Yedi Ada Cumhuriyeti’ni oluşturan adalar) İngiltere tarafından Yunanistan’a verilmesi 1864 Karadan Hindistan’ı Avrupa’ya bağlayan telgraf hattının tamamlanması 1864 Islah-ı Sanayi Komisyonu’nun kuruluşu 1864 Nizamiye mahkemelerinin kuruluşu 1864-1876 Paris’e talebe gönderilmesi 8 Ekim 1864 Vilayet Nizamnamesi’nin kabulü 1865 Müstakil Romen kilisesinin kurulması 1865 İstanbul Birinci Şehir Postası’nın kuruluşu 1865 Darü’l-Fünun binasının inşasının tamamlanması ve Maliye Nezareti’ne tahsis edilmesi; Mekteb-i Tıbbiye’nin nazırlığına Cemaleddin Efendi’nin getirilmesi Eylül 1865 Mekteb-i Osmani’nin lağvedilmesi 1866 Girit isyanları , Yunanistan ile birleşme faaliyetleri 1866 Mısır veraset usulünün değiştirilmesi 1866 Ahmed Süreyya Emin Bey’in modelini hazırladığı seri ateşli topla Osmanlılar’ın topçulukta hamle yapması 1866 Simkeşler Şirketi’nin kuruluşu 1866 Dahilde sarfedilecek malların rayiç fiyatından %10 indirim yapıldıktan sonra gümrük resimlerinin tesbit edilmesi kararı 1866-1867 Avusturya’nın Prusya karşısında mağlup olması ve Macaristan ile eşit bir birlik kurması : Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 1867 Sırbistan’daki son Osmanlı askeri temsiliyetinin ortadan kaldırılması, Sırp kalelerinin tahliyesi 1867 Rüşdiyelere gayri müslim talebe alınmaya başlanması; Beyrut Amerikan Üniversitesi’nin kurulması 1867 Mısır Valisi İsmail Paşa’nın “hıdiv” olması 1867 Genç Osmanlılar’ın Avrupa’ya kaçmaya başlamaları 1867 Yabancılara mülk edinme hakkının verilmesi 1867 Bahriye Nezareti’nin Kuruluşu 1867 Menafi Sandığı’nın bütün vilayet ve sancak merkezlerine yayılması 1867-1876 İzmir Rıhtımı’nın inşası 22 Şubat 1867 Eğitim sahasında Fransız notasının verilmesi 8 Haziran 1867 Mısır’a hıdivlik statüsünün verilmesi 21 Haziran 1867 Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahati 1868 Ali Paşa’nın Girit isyanlarını teskin etmesi ve Girit’e özerk bir statü verilmesi 1868 Galatasaray Sultanisi’nin açılması 1868 İstanbul Emniyet Sandığı’nın kurulması 1868 Demirciler ve Dökümcüler şirketlerinin kuruluşu 1868 Yunan postasının kapatılması 1868 Feshane’nin modern bir dokuma fabrikası haline getirilmesi 1868 Darü’l-Muallimin-i Sıbyan’nın açılması; Mekteb-i Hiref ve Sanayi’nin kurulması; Sanayi Mektebi’nin kurulması 1 Mart 1868 Adliye Nezareti’nin kurulması 1 Nisan 1868 Şura-yı Devlet’in teşekkülü ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyye’nin ayrı bir temyiz organı olarak ayrılması 8 Nisan 1869 İkinci Darü’l-Fünun binasının inşasının tamamlanması ve Darü’l-Fünun-ı Osmani’nin kurulması 21 Haziran 1869 Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati 1 Eylül 1868 Mekteb-i Sultani’nin açılması 2 Eylül 1869 Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi ile ilk ve orta tedrisatın düzenlenmesi 26 Ağustos 1869 Turuk Nizamnamesi’nin kabulü 13 Ekim 1869 İmparatoriçe Eugénié’nin İstanbul’a gelişi 1869 Süveyş Kanalı’nın açılması 1869 Osmanlı Ordusu’nun Nizamiye, Redif ve Mustahfız diye üç bölüme ayrılması 1869 Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye’nin ilk kitabının kabulü 1869 Mekteb-i Harbiye dahilinde bir Baytar sınıfının açılması Ekim 1869 Darü’l-Fünun-ı Osmani’de talebe kaydına başlanması 1870 Müstakil Bulgar kilisesinin kurulması ve Bulgarlar’ın Rum Patrikhanesi’nin nüfuzundan çıkmaları 1870 Fransa’nın, Almanya ve Prusya Savaşı’nda ağır mağlubiyet alması 1870 Cenab Şehabeddin’in doğumu; Batılı tarzda ilk roman hikâye türünde, Ahmed Midhat’ın Su-i Zan-Esaret adlı kitabının neşri; Mühendishane’nin Maçka Harbiye Mektebi içerisinde topçu ve istihkam sınıflarında eğitim faaliyetlerine devam etmesi; Sıbyan mekteblerinin ıslahı ve iptidai adı altında yeni mekteplerin açılması; Darü’l-Fünun’ı Osmani’yi teşkil eden şubeler arasında “İlm-i hukuk” şubesinin de yer alması; Tıp eğitiminin Türkçe yapılmaya başlanması 1870 Karadeniz’in tekrar silahlandırılması ve Rusya’nın Paris Antlaşması’nın hükümlerini tanımaması 1870 Darülfünunun açılması teşebbüsü 1870-1927 Kemaledin Bey (mimar) 20 Şubat 1870 Darü’l-Fünun-ı Osmani’nin büyük bir merasimle açılması 26 Nisan 1870 Darü’l-Muallimat’ın açılması 2 Temmuz 1870 Kavanin ve Nizamat Dershanesi’nin açılması Ekim 1870 Darü’l-Fünun müdürü Tahsin Efendi’nin umuma açık konferanslar (ders-I’am) tertip etmesi 1871 Sadrazam Ali Paşa’nın vefatı 1871 Abdülaziz’in şahsi idaresinin artması, Mahmud Nedim Paşa sadareti 1871 Dersaadet Tahvilat Borsası Nizamnamesi’nin yayımlanması 1871 Posta ve Telgraf nezaretlerinin birleştirilmesi ve İkinci Posta Nizamnamesi’nin neşri 22 Ocak 1871 İdare-yi Umumiyye-i Vilayat Nizamnamesi 13 Eylül 1871 Şinasi’nin ölümü 1872 Emniyet Sandığı’nın şubelerinin açılması 1872 Darü’l-Maarif idadisinin kurulması; Maadin Mektebinin kurulması 1873 Meclis-i Tetkikat-ı Şer’iyye’nin kuruluşu 1873 Mehmed Akif’in doğumu; Türkçe ilk modern tıp lugatı olan Lügat-ı Tıbbiye’nin neşredilmesi; Sava Paşa’nın yeni bir Darü’l-Fünun kurmakla görevlendirilmesi; Darü’l-Fünun-ı Osmani’nin kapanması Haziran 1873 Mekteb-i Sultani’nin, Gülhane Bahçesi’ndeki Saray’a bitişik binalara nakledilmesi 1874 Rusya’nın kışkırtmaları ve Panislavist faaliyetlerin artması 1874 Hukuk Mektebi, Mülkiye Mühendis Mektebi ve Edebiyat Mektebi’nden oluşan Darü’l-Fünun-ı Sultani’nin açılması; İstanbul Darü’l-Muallimi’nin açılması; İlk basılmış nota (Notacı Emin Efendi, 1845-1907) 1874 Kara gümrüklerinin lağvı 1874 Islah-ı Sanayi Komisyonu faaliyetinin durdurulması 1874-1875 Darü’l-Fünun-ı Sultani’nin eğitime başlaması; Osmanlı İmparatorluğu’nda sivil mühendislik eğitiminin başlaması 1875 Osmanlı maliyesinin iflasını açılaması 1875 Bosna-Hersek isyanları 1875 Askeri rüşdiye mekteplerinin açılması; Mora Yenişehir İdadisi’nin açılması 1876 Bulgar isyanları 1876 Karadağ’ın Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilanı Sultan V.Murad (1876-1876) (Üç Ay tahtta kalmıştır) 1876 Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, V. Murad’ın tahta çıkması Sultan II.Abdülhamid (1876-1909) 1876 V. Murad’ın hal’i (3 ay tahtta kalmıştır) ve II.Abdülhamid’in cülusu 1876 Meşrutiyet’in ilanı 1876 İstanbul’da Balkan krizini görüşmek üzere internasyonal bir konferansın toplanması : Tersane Konferansı 1876 İstikrazların mürettebat ödemelerinin durdurulması 1876 Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye’nin son kitabının kabulü 1876 Edebi roman hüviyetinde ilk eser olan, Namık Kemal’in İntibahı’nın neşri; İzmir ve Manastır’da yatılı idadiler açılması 23 Aralık 1876 I. Meşrutiyet’in (Kanun-ı Esasi) ilanı 1877 Rusya’nın tecavüzü ve Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlaması: Balkanlar’ın ve Doğu Anadolu’nun Rus işgaline uğraması 1877 Mahrec-i Aklam’ın Mekteb-i Mülkiye’nin idadi sınıflarıyla birleştirilmek suretiyle kaldırılması; Mekteb-i Tıbbiye’nin tekrar Gülhane’ye nakledilmesi; Fenn-i Resim ve Mimari Mektebi’nin kurulması 1877-1878 Darü’l-Fünun ve Mekteb-i Sultani’nin bir yıl eğitime ara vermesi 19 Mart 1877 İlk Meclis-i Meb’usan’ın içtimaı (o yılın 28 Haziran’ına kadar çalışır) 25 Eylül 1877 Dersaadet Belediye Kanunu (Meclis-i Mebusan’da müzakere edilerek kabul edilir) 5 Ekim 1877 Vilayet Belediye Kanunu’nun kabulü 13 Aralık 1877 Meclis-i Meb’usan’ın süresiz tatili 1878 Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları imzalanması 1878 Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın müstakil birer devlet olmaları 1878 Bulgaristan Prensliği’nin ortaya çıkması 1878 Ermeni meselesinin zuhuru 1878 Ali Suavi’nin öldürülmesi 1878 Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ele geçirilmesi 1878 Bosna ve Hersek’in Avusturya-Macaristan’ın işgal ve idaresine terki 1878 Makedonya meselesinin ortaya çıkması 13 Şubat 1878 Meclisin kapatılması Ekim 1878 Darü’l-Fünun-ı Sultani’nin tekrar eğitime başlaması 1879 II. Abdülhamid devrinde basılan kaimelerin toplatılıp imha edilmesi 1879 Mehakim-ı Nizamiye Teşkilatı Kanunu’nun kabulü 1879 Mekatib-i Sıbyaniye Dairesi’nin kurulması; Maarif merkez teşkilatının yeniden düzenlenmesi 1879 Usul-ı Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu’nun kabulü 1880 Vergi reformu 1880 Yafa-Kudüs demiryolu hattının tamamlanması 1880 İlk köy romanı, Ahmed Midhat’ın Bahtiyarlık’ının neşri; Darü’l-Fünun-ı Sultani Turuk u Maabir Mektebi’nin ilk mezunlarını vermesi 1880 Usul-ı Muhakemat-ı Hukukiyye Kanunu’nun kabulü 13 Mart 1880 İstanbul’da bir kız idadisinin açılması Ekim 1880 Darü’l-Fünun-ı Sultani Hukuk Mektebi’nin ilk mezunlarını vermesi 20 Aralık 1880 Darü’l-Fünun-ı Sultani’nin ilk mezunlarını vermesi; Journal de la Societe de Pharmacie de Contantinople’un yayınlanması; Cemiyet-I İlmiye’nin kurulması 1881 Mustafa Kemal’in Doğumu 1881 Mısır’ın İngilizler tarafından işgali 1881 Muharrem Kararnamesi’nin neşri 1881 Düyun-ı Umumiyye idaresinin kurulması 1881 Mühendishane’de mümtaz sınıf adı altında yeni bir sınıf teşkil edilmesi; Darü’l-Fünun-ı Sultanı Turuk u Maabir Mektebi’nin faaliyetlerinin son bulması; Orman ve Maadin Mektepleri’nin birleştirilmesi 1882 Tunus’un Fransızlar tarafından işgali 2 Ocak 1882 Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulması ve Osman Hamdi Bey’in müdür olması 1883 Osmanlı ordusunun Prusya askeri heyeti tarafından ıslahına başlanması 20 Haziran 1884 Mülkiye Mühendis Mektebi kurulması 1 Kasım 1884 Mülkiye Mühendis Mektebi’nin Mühendishane-I Berri-I Hümayun’un bir odasında eğitimine başlaması 1885 Doğu Rumeli’nin Bulgaristan tarafından ilhakı 1885 Abdülhak Hamid’in Makber’inin neşri 18 Eylül 1885 Doğu Rumeli eyaleti valiliğinin Bulgaristan prensine verilerek bu bölgedeki kontrolün zayıflaması 1886 Adana-Mersin demiryolu hattının tamamlanması 1886 Maarif Nezareti’ne bağlı olarak Mekatib-i Gayri müslime ve Ecnebiye Müfettişliği’nin kurulması 1886-1887 Darü’l-muallimin’in yatılı hale getirilmesi 1887 Yedikule Havagazı Fabrikası’nın kurulması 1887 Ahmed Haşim’in doğumu; Şevki Efendi’nin İstanbul’da vefatı 5 Şubat 1887 Beşir Fuad’ın intiharı 1888 Haydarpaşa-İzmir-Ankara demiryolu imtiyazının Almanlar’a verilmesi 1888 Baytar sınıfının tekrar Harbiye Mektebi bünyesine alınması 1889 İttihad-ı Osmanı Cemiyeti’nin (İttihat ve Terakki) kurulması 1889 İdadi öğrenimine dayanan dört yıllık bir Mülkiye Baytar Mektebi’nin kurulması 1890 Bulgar Makedonya ve Anadolu’da Ermeni ihtilal çetelerinin faaliyetlerini arttırmaları 1891 Mülkiye Baytar Mektebi’nin Halkalı Ziraat Mektebi’ne yatılı olarak nakledilmesi 1891 Yol inşaatında bedenen çalışma mecburiyetinin paraya çevrilmesi 1891 Kadıköy Kurbağalıdere Havagazı Fabrikası’nın kurulması 1891 Hereke Fabrikası’nın halı kısmının açılması 3 Kasım 1891 Darü’l-Muallim’in aliye şubesi açılması 1892 Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattının işletmeye açılması 1892 Orman ve Maden Mektebi’nin kapatılması; II. Abdülhamid tarafından Yıldız’da porselen atölyelerinin kurulması 1893-1896 İstanbul-Selanik demiryolu hattının yapımı 1894 Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi’nin ilk veteriner mezunlarını vermesi; İmmaculée Conseption veya St Marie okulunun kurulması; İlk basılmış musiki lugatı (Hoca Kazım Bey’in Musiki Istılahatı) 1894 Sasun’da Ermeni olayları 1894 Selanik-Manastır demiryolu hattının tamamlanması 1895 İstanbul’da Ermeni olayları, yabancı devletlerin Ermeniler lehinde müdahaleleri 1895 Galata Rıhtımı inşaatının tamamlanması 1895 Gayri müslim okullarına Türkçe muallimi tayininin kararlaştırılması 1895 Baruthane-i Amire’de dumansız barut imal edilmesi 14 Şubat 1895 Sadrazam Said Paşa’nın beş fakülteden “darü’l-icaze” oluşan bir darü’l-fünun kurma teklifi 1896 Tevfik Fikret’in Servet-i Fünun’un edebi sayfalarının idareciliğini yüklenmesiyle Edebiyat-ı Cedide devrinin başlaması 1896 Ermenilerin Osmanlı Bankası’nın İstanbul şubesine saldırmaları 1896 Girit isyanının alevlenmesi 1896 Eskişehir-Konya demiryolu hattının tamamlanması 1897 Yunan kuvvetlerinin Girit’e çıkması, Yunan çetelerinin Rumeli’deki Osmanlı sınırlarına saldırmaları 17 Nisan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı ve Osmanlı zaferi 1898 Girit meselesinin devam etmesi; adaya muhtariyet verilmesi Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesi, Yunan prensi Yorgi’nin vali olarak kabul edilmesi 1899 Bağdat demiryolu imtiyazının Almanlar’a verilmesi 1899 Arifiye-Adapazarı demiryolu hattının açılması 1900 Hicaz Demiryolu’nun inşasına girişilmesi 1900 İstanbul Rıhtımı inşaatının tamamlanması 1900 Darü’l Fünun-ı Şahane’nin kurulması (31 Ağustos) 1901 Servet-i Fünun dergisinin geçici olarak kapatılmasıyla Edebiyat-ı Cedide topluluğunun dağılması 1901 Makedonya’da çete faaliyetlerinin artması, büyük devletlerin müdahaleleri 1901-1908 Hicaz demiryolu hattının yapımı 1902 Yemen isyanlarının tekrar başlaması 1902 Makedonya’da Bulgar İhtilal Cemiyeti’nin faaliyeti (23 Kasım) 1902 Cum’a-ı Bala ayaklanması (23 Kasım) 1902 Hüseyin Hilmi Paşa’nın geniş yetkilerle “umumi müfettiş” olarak Makedonya’ya tayini (8 Aralık) 1903 Şam Mekteb-i Tıbbiyesi’nin kurulması (31 Ağustos) 1903 Mürzsteg Programı : Makedonya’ya muhtariyet verilmesi (Eylül) 1904 Haydarpaşa Rıhtımı’nın tamamlanarak işletmeye açılması 1905 Hereke Fabrikası’nda fes imalatına başlanması 1905 Ermeniler’in II. Abdülhamid’e bombalı saldırı tertiplemeleri (21 Temmuz) 1906 Akabe olayları ve Akabe krizi 1908 Osmanlı Eczacı İttihat Cemiyeti’nin kurulması; Osmanlı Cemiyet-i İlmiye-i Baytariyesi’nin açılması; Osmanlı Mühendis ve Mimar Cemiyeti’nin kurulması 1908 II. Meşrutiyet’in ilanı (23 Temmuz) 1908 Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini ilan etmesi (5 Ekim) 1908 Girit Rumları’nın adayı Yunanistan’a bağladıklarını ilan etmeleri (6 Ekim) 1908 II. Meşrutiyet dönemi ilk Meclis-i Mebusan’ın toplanması (17 Aralık) 1909 Adana’da Ermeniler’in ayaklanmaları 1909 Gayri müslimlere “bedel” yerine askerlik hizmeti konulması 1909 Fecr-i Ati edebi topluluğunun kuruluşu 1909-1910 Osmanlı Mühendis ve Mimar Mecmuası’nın çıkması 1909 31 Mart Olayı (13 Nisan) 1909 Hareket Ordusu’nun Yeşilköy’e varması, İstanbul’daki kargaşaya son vererek düzeni sağlaması (19 Nisan) Sultan V.Mehmed (Reşad) (1909-1918) 1909 II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, V. Mehmed Reşad’ın tahta çıkarılması (27 Nisan) 1909 Meclisin açılması (17 Aralık) 1910 Arnavutlar’ın ayaklanmaları 1910 Dahili gümrüklerin tamamen kaldırılması 1911 Sultan Reşad’ın Arnavutlar’ı teskin için Rumeli seyahatine çıkartılması 1911 İtalya’nın Trablusgarp ve BinGâzi’ye saldırması ve işgali 1911 Gayri müslim cemaatlerin birleşerek mektepleri konusunda yeni bir düzenleme istemeleri 1911-1912 Osmanlı İtalyan Savaşı 1912 Yeşilköy Hava Uçuş Okulu’nun açılışı 1912 -1913 Balkan devletlerinin Osmanlı-İtalyan Savaşı’ndan istifade etmek istemeleri : Balkan Savaşı 1912 Meclis-i Mebusan’ın feshi (1908-1912 Osmanlı Meclis-i Mebusanı) (18 Ocak) 1912 II. Dönem Meclis-i Mebusan’ın toplanması (18 Nisan) 1912 İtalyanlar’ın Rodos, Oniki Ada ve Çanakkale Boğazı’na tecavüzleri (18 Nisan) 1912 II. Dönem Meclis-i Meb’usan’ın feshi (5 Ağustos) 1912 Gâzi Ahmed Muhtar Paşa hükümeti: Büyük Kabine (22 Temmuz) 1912 Trablus ve BinGâzi’nin İtalya’ya terki: Uşi Antlaşması, Rodos ve Oniki Ada’nın İtalya elinde kalması (15 Ekim) 1912 Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa’nın sadareti (29 Ekim) 1912 Arnavutluk’un istiklalini ilan etmesi (29 Kasım) 1913 Bâb-ı Âli Baskını : Mahmud Şevket Paşa’nın sadareti (23 Ocak) 1913 I. Balkan Savaşı’nın sona ermesi (30 Mayıs) 1913 Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi, Said Halim Paşa’nın sadareti (11 Haziran) 1913 II. Balkan Savaşı’nın başlaması (29 Haziran) 1913 Edirne’nin geri alınması (21 Temmuz) 1913 Osmanlı-Bulgar barışı : İstanbul Antlaşması (29 Eylül) 1913 Osmanlı-Yunan barışı : Atina Antlaşması (14 Kasım) 1914 Dış ticarette gümrük resmi oranının %15’e çıkarılması 1914 Islah-ı Medaris Nizamnamesi 1914 Türk Bilgi Derneği’nin kurulması; Medreset’ül-Hattatin’in kurulması; Dar’ül-Hilafeti’l-Aliyye Medreseleri’nin kurulması 1914 5. Meclis-i Mebusan’ın açılışı (14 Mayıs) 1914 Avusturya-Macaristan veliahdı Arşidük Franz Ferdinand Saraybosna’da öldürülmesi (28 Haziran) 1914 Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a savaş ilanı (28 Temmuz) 1914 Almanya’nın Rusya’ya savaş ilanı (1 Ağustos) 1914 Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya arasında ittifak antlaşmasının imzalanması (2 Ağustos) 1914 Almanya’nın Fransa’ya, İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilanı: I. Dünya Savaşı’nın başlaması (4 Ağustos) 1914 Alman savaş gemileri Goben ve Breslav’ın (Yavuz ve Midilli) Boğazlardan geçmelerine izin verilmesi (10 Ağustos) 1914 1 Ekim tarihinden geçerli olmak üzere kapitülasyonların kaldırılması (9 Eylül) 1914 İslah-ı Medaris Nizamnamesi’nin yayınlanması (29 Eylül) 1914 Almanya’ya ait Goben ve Breslav zırhlılarının Türk bayrağı çekilerek, Rus limanlarını bombalaması (29 Ekim) 1914 Enver Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Sarıkamış Harekâtı (Kasım Aralık) 1914 Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ne savaş ilanı (3 Kasım) 1914 İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilanı (5 Kasım) 1914 Osmanlı İmparatorluğu’nun İtilaf Devletleri’ne savaş ilanı (11 Kasım) 1914 Cihad-ı Ekber ilanı (14 Kasım) 1914 Mısır’ın İngiltere himayesinde bir “krallık” haline getirilmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun hukukuna son verilmesi (18 Aralık) 1915 Gümrük resmi oranının %30’a yükseltilmesi 1915 Mekteb-i Tıbbiye’nin Darü’l-Fünun’a bağlanarak bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne dönüşmesi 1915 Cemal Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Kanal Seferi 1915 Müttefiklerin Çanakkale Boğazı’nı geçmeye çalışması : Çanakkale Savaşları (Ocak 18 Mart) 1915 Doğu Anadolu’da Ruslar’la işbirliği yapan Ermeni nüfusun iç bölgelere taşınması : Tehcir Kanunu 27 Mayıs 1916 Hicaz ve Mekke’nin kaybı 1916 Dar’ül-Hilafeti’l-Aliyye Medreseleri üstünde Medresetü’l-Mütehassısın adı altında bir ihtisas medresesi kurulması; İlk Musiki cemiyeti (Darü’t-Talim-i Musiki) 1917 Yıldırım Orduları Grubu’nun kurulması 1917 Sina ve Filistin Cephesi’nin çöküşü 1917 Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin çıkması ve çarlığın sonu 1917 Şer’iyye mahkemelerinin Adliye Nezaretine bağlanması 1917 Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa iştiraki ve Almanya’ya savaş ilanı (25 Mart) 1918 Şam Mekteb-i Tıbbiyesi’nin Beyrut’un işgali neticesinde kapanması; Gâzi Ahmed Muhtar Paşa’nın ölümü (6 Nisan) 1918 Brest Litovsk Barış Antlaşması (3 Mart) 1918 Sultan Reşad’ın vefatı ve Mehmed Vahdeddin’in tahta çıkması 1918 Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi (2 Ekim) 1918 Sadrazam Talat Paşa’nın istifası, Ahmed İzzet Paşa’nın sadareti (8 Ekim) 1918 Mondros Mütarekesi’nin imzalanması (30 Ekim) 1918 Almanya ve Avusturya’nın savaştan çekilmeleri (3 Kasım-4 Kasım) 1918 Ahmed İzzet Paşa’nın istifası ve Ahmed Tevfik Paşa’nın sadareti (8 Kasım) 1918 İtilaf Devletleri’nin İstanbul önlerine gelerek şehri teslim almaları (13 Kasım) 1919 Damat Ferid Paşa’nın sadareti: Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nin iktidara geçmesi 1919 Yunanlılar’ın İzmir’i işgali ve Batı Anadolu’da ilerlemeleri (15 Mayıs) 1919 Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu’ya gönderilmesi (19 Mayıs) 1919 Erzurum Kongresi (23 Temmuz) 1919 Sivas Kongresi (4 Eylül) 1919 Damat Ferid’in istifası ve Ali Rıza Paşa’nın sadareti (2 Ekim) 1919 Amasya Protokolü (22 Ekim) 1919 Misak-ı Milli: Milli gaye ve hedeflerin, milli sınırların belirlenerek ilanı (29 Kasım) 1920 Mekteb-i Harbiye’nin Ankara’da “Sunuf-ı Muhtelife Zabit Namzetleri Talimgahı” olarak açılması 1920 İtilaf işgal kuvvetlerinin İstanbul’daki resmi binalara girmeleri, Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın dağıtılması ve kapanması 1920 Damat Ferid Paşa’nın sadareti (5 Nisan) 1920 Ferid Paşa hükümetinin Mustafa Kemal’i idama mahkum etmesi ve askerlikten tardı (11 Mayıs) 1920 İstanbul Hükümeti’nin Sevr Antlaşması’nı imzalanması (10 Ağustos) 1920 Gümrü Antlaşması’nın imzalanması (3 Aralık) 1921 Londra Konferansı: Anadolu için söz söyleme hakkının Ankara Hükümeti’nde olduğunun tespiti (27 Ocak 12 Şubat) 1921 II. İnönü Savaşı (31 Mart) 1921 Sakarya Meydan Savaşı (3 Eylül) 1921 Fransa ile barış (20 Eylül) (bkz. Türk-Fransız Cephesi) 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi (27 Ağustos) 1922 İzmir’in kurtuluşu (9 Eylül) 1922 Mudanya Mütarekesi (11 Ekim) 1922 Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım) 1922 Mehmet Vahidettin’in yurtdışına çıkması ve Abdülmecid Efendi’nin halife olarak seçilmesi (16 Kasım) |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)